Günler geçip gidiyor ve yaşananların bir kabus olduğunu düşünmeye başladığımız anda artçılardan sıyrılan güçlü bir sarsıntıyla yeniden deprem gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz.
İlk depremin öğlen vaktinde gerçekleşmiş olması birbirimizin o anki yüz ifadelerine ve gözlerimizdeki korku ve endişeye şahit olma imkanı verdi. Buda bize çok şey öğretti aslında…
Van için millet ve devlet işbirliğiyle çok büyük bir seferberlik başlatıldı. Cumhuriyet tarihindeki en büyük yardım organizasyonlarından birisiydi. Ancak her şey istenildiği
gibi gitmedi , bir yerde bir terslik olduğu ortadaydı.
İlk depremden 3 gün sonra depremi yaşamış bir Vanlı olarak, Radikal gazetesi için depremi , yaşadıklarımı ve yaşananları kaleme almaya çabaladım. Dönüp geriye baktığımda kullandığım ifadelerin bugün beni haklı çıkarmış olmasına maalesef üzülüyorum.
“Bu felaket gösteriyor ki, Gölcük ve Düzce depremlerinden öğrenerek çıkmışız ancak az öğrenerek çıkmışız!” diyorum Radikalde ki yazıda.
Bu bizim yüzleşmek zorunda olduğumuz, kaçamayacağımız ve öteleyemeyeceğimiz bir gerçeğimiz. Buz kadar soğuk ve ateş kadar sıcak bir gerçek bizler için.
Zaman zaman sosyal medyada yetkilileri istifaya davet eden yazılar ve gruplar görünce 99 depreminden bu yana hiç değişmediğimizi görüp üzülüyorum.
Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra topluma umut veren, Türkiye’de sivil toplumun konumunu sorgulanmasına ve iyileşmesine neden olan enkazlara koşan başarılı bir AKUT örgütlenmesi ortaya çıkmıştı. Ancak bu depremlerle bu yönde sevindirici yeni bir gelişme olmadı.
(Bu satırları yazarken 4.9’luk Kavurma köyü yani Van merkezli yeni bir deprem haberi sosyal medyayı salladı ve moraller yeniden alt üst oldu.)
Bireyler, yerel yönetimler, toplum, ülke , devlet yani kısaca BİZ olarak depreme o kadar hazırlıksızız ki, bu depremde Gölcük ve Düzce depremleri gibi kazanan yeni bir AKUT çıkaramadığımız gibi her hangi bir bireysel ve kurumsal ayrıma tabi tutmadan hepimiz bu depremin kaybedenleriyiz.
Bugüne kadar böyle gelmiş olabilir ama en azından bundan sonrasında böyle gitmemesi için Afet’lere hazırlıklı olup, içinde halkın ve sivil toplumun gönüllü katılımının daha yoğun olacağı, bugünler için özel yetiştirilmiş personel ve yöneticilerin iş başında olacağı sistemli ulusal bir modele ihtiyacımız var.
Ancak bu sürecin en büyük kaybedeni kim diye soracak olursak, benim vereceğim tek bir cevap olacaktır; bir bütün olarak Siyaset kurumu.
Van’dan yerini bulmayacak istifa sesleri yükseltmektense, siyasi partilere Afet’le mücadeleyi ve Afet yönetmeliğini sil baştan değiştirecek uygulamaları gerçekleştirmek adına parti programlarına öncelikli olarak almalarını sağlatacak adımlar atmalıyız. Bununla da kalmayarak yeni anayasa girişiminde Afet’le mücadeleyi milli bir mesele haline getirerek tabana yayacak adımların atılmasını talep etmeliyiz.
Bir ilk adım olarak İlk öğretim ve orta öğretim müfredatlarına Sivil Savunma ve İlk Yardım dersleri ciddi olarak eklenmeli eğitmen olarak ta işin uzmanlarından bu aşamada istifade edilmelidir.
Hatta Yüzüncü Yıl Üniversitemizin kendini toparlar toparlamaz en azından ön lisans düzeyinde Afet Yönetimi ve Sivil Savunma Bölümü açarak bu işe öncülük etmesi faydalı olabilir. Sivil Savunma ve Afet Yönetimi derslerinin dünyaya örnek olabileceğimiz bir modelle Türkiye’deki Yüksek öğretim mevzuatına mecburi ders olarak ekletilmesini de öncü ve öncelikli bir ses olarak Van’dan yükseltmeliyiz…
Van’la ilgili yazacak , sesimizi duyurmamız gereken o kadar çok şey var ki, sesimiz duyulur umuduyla sıra onlara da gelecek inşallah…