Kazmayı vurdukça yerin altından Urartu fışkıran kadim topraklarla örtülü zengin bir coğrafyanın kader ortaklarıyız her birimiz.Urartu medeniyetinden günümüze uzanan en büyük eser nedir diye kaba taslak bir düşünsek her halde aklımıza ilk gelen Şamran kanalı olacaktır.
Kurak Afrika’nın en bereketli yerleri Nil Nehrinden beslenen, Nil’in akış güzergahı üzerindeki yerlerdir. Nil, Afrika’da yaşayan canlıların en büyük hayat kaynağıdır. Aynı şey bizim Şamran kanalı için söylersek yanılmış olmayız herhalde.
Elektriğin icadı ve sondajın gelişip yaygınlaşmasıyla beraber su ihtiyacımızı maliyetli bir şekilde çözebiliyor olmamız bizi Afrika’nın doğal yaşamından ayıracaktır elbet , ancak bu bizlerde bir kolaycılığa yol açmamalıdır. Üzerinde yaşadığımız toprakların dünyaya yön vermiş bilinen en eski sahipleri burayı yaşanabilir kılmak adına, içlerinde bulundukları devrin teknik yokluğuna rağmen çok büyük bir iş yapmışlar.
Belli bir yükseklikten geçen bizim Şamran, Urartuların ise Menua kanalıyla, altında kalan toprakları besleyerek, buraları kendileri için yaşanabilir bereketli topraklar haline getirmek için çabalamışlar. Bu eser Urartuların kendi devirlerinin Muasır Medeniyeti olduğunun en büyük nişanıdır.
Van toprakları mevsimin kısalığı ve rakımın yüksekliğine rağmen bereketli topraklardır. Şamran kanalı bu topraklara güvenle tutunabilmemiz için tarihe yaslanarak bugüne gelmiş, coğrafyanın gerçekleriyle son derece uyumlu ve insan yapısı olmasına karşın doğal bir karaktere bürünmüş , kültürel değerlere konu olmuş, örnek alınan asil ve asıl bir unsur olarak bizlerin dünyasında memleketimize dair vazgeçemeyeceğimiz bir değer olmuş durumda.
Şu anda bu kanaldan kuruluş amacına uygun olarak yani tarımsal faaliyetler için ne kadar istifade ettiğimizi bilmiyorum ama gözlemlerim çok az istifade ettiğimiz yönünde. Özellikle deprem sonrası süreçte kanalın üstünde baş gösteren yeni yapılaşma ve kentleşme süreci kanalın geleceği adına endişelendirmiyor değil.
Van şehir merkezi eskiden işler haldeki sulama kanallarıyla çevriliydi. Demir ağlarla örülmüş olmasa dahi Van’da pırıl pırıl suların aktığı, bahçelerin sulandığı, yollara suların serpildiği kanallar vardı. İçinde tek bir evin olduğu bu kanalların suladığı kocaman bahçeler artan nüfusun konut talebine cevap vermek için inşaat rantı karşısında daha fazla doğal statülerini koruyamadıklarından birer birer beton yığınlarına büründüler.
Gelişmiş ve geri kalmış ülkelerde su ve sulama kanalları, bağlar, bahçeler birer turizm ve tanıtım daha doğrusu refah öğesiyken , bizim yöneticilerimiz kanalları kapatmaktan, suyla toprak ilişkisini kaçak kuyularla , yağmurlara terk etmeyi tercih ettiklerinden kent kimliğimizin önemli bir unsuru olan kanalların çoğu önce işlevsizleştirilip çöp yuvalarına daha sonrada asfalt yollara dönüşüverdi.
Yöneticilere yüklenirken bu şehrin ahalisi olan bizlerinde kanallara çöplük muamelesi yaptığını da göz önünden uzak tutmamak gerekli. Kanallar kapandıkça kalan bahçeler kurumaya terk edildi, yeşili muhafaza etmek lükse kaçtı, sağlığımızı tehdit eden tozla toprakla dolu bir dışarı ve ev hayatına hepimiz ister istemez elbirliğiyle mahkum olduk.
Kanallar sayesinde eskiden kapımızın önünü ter temiz tutabilirken bugün sadece evimizin içinden sorumlu bir hale geldik. Umarım bundan sonra şehrin içinde kalan kanallar kapatılmaz.
Bu yazıyı yazmama neden olan olay ise turizm ve tanıtım adı altında geldiği günden bu yana on yıllara bedel işler yapan Vali Münir Karaloğlu’nun, üniversiteden Prof. Dr. Mustafa Sarı’yla yapmış olduğu Menua kanalı gezisinin haberiydi.İki isminde Van’a çok hizmetleri olduğu düşüncesindeyim. Yapmış oldukları kısa gezinin gazetelere haber olmasından ziyade içeriğinin yeni bir turizm eylem planına ve yeni bir vizyona dönüşeceğini umut ediyorum.
Menua Kanalının çok yönlü olarak kültür, tarih ve gezi turizmine kazandırılması çok stratejik bir konu olacaktır. Alt yapısı doğru ve çok yönlü talebe hizmet verebilir bir şekilde hazırlandıktan sonra Kralların ve Kraliçelerin Kanalı olan Şamran veyahut Menua Kanalının hem ülke hem de Van adına prestijli bir proje olmaması için hiçbir neden yok.
Bir tarafta girişimci ruha sahip toplumsal fayda üreten bir Vali , diğer tarafta doğa ve insan ilişkileri konusundaki yetkinliği uluslar arası çevrelerce tescil edilmiş aktivist bir akademisyen varken, bu işin 3. tarafı olması gereken sermaye sahibi turizmcilerin varlığı, siyasetçilerin, kurumların ve kamuoyunun desteğiyle Kralların ve Kraliçelerin kanalı turizm ve turist portföyümüzü her açıdan zenginleştirebilecek bir Urartu Yolu’na dönüşebilecektir.