Türkiye
çok zor günlerin içinden geçiyor. Ateşten bir gerdanlık takmışçasına içeride
dışarıda hangi yana dönsek, şiddet, ölüm ve karamsarlık had safhada.
Sadece doğuda değil batıda da boy
göstermeye başlayan silahlı eylemsellik tehlikenin geldiği noktayı göz önünde
bulundurabilmek adına son derece manidar.
Uludere –Roboski olayı gibi
özellikle Kürt siyasi hareketinin manevra alanını uluslararası ve ulusal
alanda genişleten bir devlet hatasının ardından, BDP’li milletvekillerinin
içinde bulunduğu konvoyun durdurulmasıyla ortaya çıkan kucaklaşmalı görüntüler
ister istemez bu alanın ciddi anlamda daralmasına yol açtı.
Türkiye içinde bulunduğumuz son
dönemde git gide şiddet bataklığına saplanan bir ülke görüntüsü veriyor. Tarihe
kanlı yaz olarak geçecek olan 2012 yazı ise toplumsal belleğin ciddi anlamda
gerildiği karşılıklı olarak çok insanın hayatını kaybettiği bir Güneydoğu
çıkmazı olarak algılanmaya başlandı.

Süreci medya üzerinden okuduğumuz
da alan hakimiyeti adı altında karşılıklı militer bir varlık mücadelesi yaşanıyormuş görüntüsü veren Hakkari ve periferinden servis
edilen moral bozucu haberlerin sıklığı
nedeniyle toplumun geniş kesimlerinde ülkenin bu parçasına karşı ciddi bir
önyargı oluştuğunu görmezden gelemeyiz.
Ülkenin bu kesimine karşı ortaya
çıkan önyargı ve antipatik tepkinin bir kıvılcım mahiyeti taşıdığı ve kontrol
edilemezse yakın bir gelecekte kalıcı bir öfke ve gerginlik kaynağına dönüşmesi
kaçınılmaz.
Her Şehit haberinin ardından bir
gündem sonrası klasiğine dönüşen kınama ve itidal çağrıları ise toplumsal
refleks zeminini gittikçe kayganlaştırmanın ötesine geçemiyor.

Gülyazı köyüne göreve
giderken sivil bir minibüs içinde kaza geçirerek can veren
askerlere ilk müdahale ve yardımda bulunan ‘O’ Köyün ahalisinin her biri
Anadolu’nun ayrı bir köşesinden olan yaşça gepgenç görev Şehitlerini kurtarabilmek için gösterdikleri çaba aşırı bir takdire ve
şaşkınlığa yer bırakmayacak kadar normal ve insani olduğu kadar bu ülkenin her
karışında insanlığın etnik köken, sınıf ve meslek ayrımı yapmaksızın her daim nöbette
olduğunun önemli bir göstergesidir.
Medyanın haber dilinin, ‘O’ köyün
insanlarının yardım seferberliği söz konusu olduğunda biraz tutuk olduğunu
iddia etmek belki içinden geçtiğimiz dönemin travmatik ruh halinden bir yansıma
da olabilir. Ancak bir gerçek var ki, o
da geldiğimiz noktada Hakkari ve periferine artık bir sosyolojik laboratuar
gözüyle bakılıyor olduğu.
Şiddet ve kan içerikli
haberlerle sıklıkla gündemde yer bulan Güneydoğunun ne düşündüğünün yanı
sıra, Hakkari ve çevresinde insanların ne düşündüğü, olaylar karşısında ki
reaksiyonları, çatışmaların arasında ne hissettikleri, örgütle ve devletle
ilişkileri gibi günlük enstantaneleri birer merak unsuru ve sosyo-psikolojik
dönütler olarak değerlendiriliyor.
Geçtiğimiz yüz yılın yakın dönemleri
milliyetçilik keşfi ve ulus devlet paradigması
altında “Türk’ün ateşle
imtihanına” dönüşmüşken süreç evrilerek bu yüzyılın yakın dönemlerinde tam olarak olmasa da iç dalga milliyetçilik
rüzgarlarına karşın haklar ve özgürlükler temelindeki çoğulcu bir beklentiyle “Türkiye’nin ateşle imtihanına” dönüşmüş vaziyette.
Ya körüklenen bu ateşi beraberce
söndüreceğiz, ya da Ortadoğu kaotizmini de benzin niyetine arkamıza takarak hep
beraber yanacağız, başka yol yok…