7 Mart 2012 Çarşamba

Anayasal Gençlikten, Gençliğin Anayasasına


Dindar nesiller yetiştirme meselesi gündemde önemli bir yer işgal etti ve bu tartışma gelecekte birçok siyasi tartışmanın da referansı olacak. Tamda bu tartışmalardan hareketle, özgürlükler zemininde tartışılan yeni anayasa beklentisinin ‘Genç’ yönünü hep ihmal ettik.

Anayasa tartışmalarının ekseriyetinin Kürt sorunu üzerinden temellenen kimlik ve özgürlükler üzerinden tartışılması şimdilik bu tartışmalara genel bir çerçeve çizse de,  somut maddeleri içeren Anayasa taslakları kamuoyuyla paylaşıldıkça başlıkları üzeriden daha da derinleşecektir.        

 1980 darbesinin öncesinde meydana gelen olayların başrolünde  gençlerin kullanılmasının toplumda açtığı yaralar, faili meçhuller ve idamlarla devam eden olaylar ebeveynlerde çocukların geleceğine dair endişeleri derinleşmesine, gençliğin demokratik ve siyasi hayata aktif katılımınınsa diplerde olmasına yol açtı.

1980 döneminin de öncesinden  gelen travmaları 30 yılı aşkındır aşamadık ve aşamıyoruz.  Yıllardan bu yana Türkiye’nin en büyük demografik kitlesi olan gençlerin siyasal bir örgütlenmeyle olmasa da,  dinamizmleriyle  iktidarda olmaları gerekirken muhalefette kalmanın  ağırlığı altında ezilmeye devam ediyor. 


En Büyük Demografik Kitle

Bugün Türkiye’nin en büyük demografik kitlesi şüphesiz ki gençleridir. Mesainin ve okulların olduğu  hafta içi günlerinde metropollerdeki , Anadolu şehirlerindeki genç kalabalıkları görünce ülkenizin sahip olduğu genç nüfus karşısında şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz. Ancak bu gençlerin hayata bakışları ve gelecekten beklentileri hakkında ki perdeli ve karamsar düşünceleri karşısında sizde umutsuzluğa kapılıyorsunuz.


Bugün Türkiye’yi yöneten siyasal iktidarın çekirdek kadrosunda 70’li yılların itidal sahibi “dindar” Milli Görüş gençliği varken , muhalefetinde ise birbirleriyle çatışan  sağ-sol siyasi fraksiyonun temsilcileri var. Hal böyle olunca erken olgunlaşmak zorunda kaldıkları kendi mücadeleci ve idealist gençlik hatıralarını ve gençliklerinin yansımalarını bugünün gençlerinde bulamayan günümüzün siyasetçileriyle gençler arasında anlamını yitirmiş bir kuşak çatışması ortaya çıkıyor.

Anayasa’da Gençlik

İşin anayasal boyutuna dönecek olursak,  1982 Anayasasının   “Gençlik ve Spor” başlığı altındaki 58. maddesini hatırlamamız faydalı olacaktır;

“Gençliğin Korunması
Devlet, istiklâl ve Cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müsbet ilmin ışığında, Atatürk ilke ve inkılâpları doğrultusunda ve Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmayı amaç edinen görüşlere karşı yetişme ve gelişmelerini sağlayıcı tedbirleri alır.
Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır
. 

Başlıktan ele alıp adına da bir bakanlığın olduğu gençlik ve sporun birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğunun kabulünden, gençliği korumayı ve bunu yaparken de tek tip bir gençlik yaratmayı buyuran ve yıllardır hiç tartışılmayan, fiili olarak da katılım mekanizmalarında gençliğe kayda değer bir önem atfedilmediği için  ele alınmayan Anayasa metninin “dindar” nesiller yetiştirme tartışmalarının yapıldığı bu günlerde tartışılması için doğru bir zamandayız.



Gençleri Geleceğe Hazırlamak

Önceliği ve yol göstericiliği gençleri geleceğe hazırlamak yerine, kötü alışkanlıklardan korumak için tedbirler almayı buyuran ve gençlere ideolojik bir elbise giydiren bir Anayasa maddesinin bugüne kadar değiştirilmemiş olması üzüntü vericidir.

 58. maddeyi okuyunca özgürlükçü bir yeni anayasa talebi Türkiye’nin yoğun ve zihin yoran gündem(ler)i arasında bir türlü ön plana çıkamazken, elbet bir gün bu anayasayı yapacak olanların yıllardır etkisinde kaldıkları “korumacı” ön kabullerinden kurtulmaları gerektiğini de kendilerine hatırlatmamız gerekiyor.



Demografik Fırsat Penceresi

Özellikle Medyan yaşın 29,7 olduğu ve 1982 Anayasasından bu yana korunmaktan fırsat bulup rahatça kendini ve gerçek potansiyelini yansıtamayan milyonlarca genç var. Genç nüfusun yoğun olduğu ülkelerin sahip olduğu bu demografik fırsat penceresine her ülke sahip olamıyor. Bugün Türkiye nüfusunun büyük bir bölümünün genç ve dinamik olması orta doğunun yükselen trendi olup da petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olamamasının açığını fazlasıyla kapatabilecek büyüklükte bir fırsat.


Cıvıl cıvıl bir duyguyu sembolize eden gençliğin bu enerjik halinden hareketle kitlesel olarak daha nitelikli eğitim olanaklarına kavuşması, yabancı dil bilgisine sahip olması, dünyayla kaynaşması, girişimci  ve çevreci olması  gibi önceliklerle devletin gençlerin kariyer, aile kurma, eğitim gibi  toplumunda refahını doğrudan etkileyecek ihtiyaçlarında onların istekleri ve beklentileri doğrultusunda “korumacı” değil destekleyici politikalar ve uygulamalarla varolmalıdır.


Entegre Gençlik Politikaları


Türkiye’nin ivedilikle  meşruiyetini Anayasa’dan alan entegre Gençlik politikalarına ve  gençleri geleceğe hazırlama misyonuyla tüm ideolojilerden arınmış, gençlerin sonu şiddete varabilecek aşırılıklarını ortak bir potada eritebilecek özgürlükçü, güven verici  ve destekleyici uygulamalara ihtiyaç var.               

Genç nesilleri eğitim sistemimizde ideolojik enformasyondan ne kadar uzak tutabilirsek, toplumdaki ahlaki kodları ve evrensel ahlakı eğitim sistemimiz içine doğru ve vurgulu bir şekilde entegre edebilirsek, gençlerin doğruyu ve yanlışı ayırt etmeleriyle neye inanıp neye inanmayacaklarıyla ilgili kararlarını kendilerine bırakıp gençliğin tanzimini gençliğin kendi tecrübesine bırakmanın ve bu hayat tecrübesi içinde gençliğin ilişkili olabileceği farklı düşünce ve görüşlerde ki kişilerin, cemiyetlerin ve cemaatlerin çeşitliliğinin kişinin karar alma sürecinde etkili olabileceğini ve bu karara lobici olarak müdahil olmanın siyasetin değil de sivil toplumun işi olması gerektiğini içselleştirebilmekte önemli bir konu.  

 
Unutmayalım ki kendine ve geleceğine güvenen gençler bir toplumun gerçek sigortalarıdır. Onların sayısı arttıkça esenlikte , özgürlükte artacaktır. 1982 Anayasası gibi Anayasal bir gençlik tanzim etmektense, çocukluk dönemlerinden başlayarak gençlere Anayasal bir güven ve destekle yola devam etmeliyiz.    













                                     

6 Mart 2012 Salı

Kalkınmayı Yönetebilmek

Geride bıraktığımız “Sevgililer Gününde” Van’daki çiçekçilerde azalan nüfusa rağmen çiçek kalmadığına şahit olunca çok şaşırdım ve böyle zor günlerin ardından çiçeğe sarılan ve birbirinin kıymetinin daha fazla bilmeye başlayan insanların varlığındaki artış beni bir kez daha gelecek adına fazlasıyla umutlandırdı.

Her gün yeni bir haber duyuyoruz. Van bugünden sonra yeni haberlere ve gelişmelere daha çok gebe. Şehirde hala yatay bir yerleşim hakim. Giriş katları ve konteynerlerle artan bu yatay yerleşimden apartmanlarının ışıklarının yandığı çok katlılara geçişle başlayacak olan dikey yerleşim çok uzak değil.

Deprem sürecinde yazdığım yazılara fırsat bulup bir göz attım. Yazılarımdan birinde depremi fırsata dönüştürmek için mevzu bahis TOKİ konutları ve yeni konutların yapımı, güçlendirme çalışmalarıyla ortaya çıkacak ve onlarca farklı sektörün de canlanmasını sağlayacak süreçte 500 yeni zengin çıkarabilecek bir potansiyelimiz olduğunu yazmışım. Deprem sonrası ortaya çıkacak olası zenginlerinde KOSGEB’in girişimcilik eğitim ve desteklerine kanalize edilerek ortaya çıkacak yeni zenginliğin farklı iş alanlarında değerlendirilerek fırsata dönüştürülebileceğinden bahsetmişim.

Biliyoruz ki, içinde bulunduğumuz gündem yoğunluğu ve bilgi bombardımanı sözü uçurduğu gibi yazıyı da kalıcı olmaktan çıkarıp uçucu yapıyor. Hükümet Van’a geçen yılın bütçesinden artan önemli bir kısmı aktardı ama hala bu kaynağın kullanımı konusunda kamuoyunda ciddi bir kafa karışıklığı var.

Kalkınma sancıları çektiğimizi ve hatta bölge olarak büyümeye çabaladığımız halde tam anlamıyla bir kalkınmadan bahsedemeyeceğimizi yazarsak kendimizle çelişmemiş oluruz. 2002 yılından bu yana istatistiklere göre nüfusumuz, üretimimiz, konut sayımız, motorlu kara taşıtlarında ki artışlara bakınca kayda değer bir katma değer yaratamayan tüketim ağırlıklı ekonomik bir seyirden bahsedebiliriz. Buradan hareketle düne kadar arzulanan/konuşulan bir kalkınma hamlesi yapamadığımız apaçık ortada. Tek başına kendi iç dinamiklerimizle bir kalkınma modeli oluşturamadık, oluşturamıyoruz ama artık oluşturmak zorundayız.

Kalkınmada yerelliğin ve sürdürülebilirliğin yükselen trend olduğu bir zaman diliminde biz bu kalkınma teorilerinden kendimize özgü bir model çıkaramazsak yerimizde saymaya devam ederiz.

Türkiye’de geçmişleri çok köklü olmasa da, bölgesel bazda Kalkınma Ajansları kuruldu ve bu kurumlar insan kaynağı niteliği açısından yereldeki emsal kamu görevlerinin büyük bir çoğunluğundan daha yüksek vasıflı iş tanımlarıyla göreve başlamış kimselerden oluşuyor. İşin içine bürokrasi girince her zamanki gibi bir Ankara’ya bağlılık ön plana çıksa da ajansların kuruluş amaçları ve işlevsel olup olamayacakları büyük önem arz ediyor.

Özellikle deprem sonrası süreçte bizim bölgemizde faaliyet gösteren Doğu Anadolu Kalkınma Ajansına(DAKA) Türkiye’deki diğer ajansların tamamından büyük bir sorumluluk düşüyor. Bunun içinde için de bulunduğumuz süreçte DAKA’yı yerel kalkınma hedefi çerçevesinde belirli bir tarihe kadar yerel kişi ve kurumlarında içinde olduğu yeni bir yapılanmayla yetkili kılıp görevlendirmek önem arz ediyor.

DAKA’dan bahsetmeden önce Van’a aktarılan her kaynağın mümkün olan her kuruşuna kadar Van ekonomisi içinde değerlendirilmesini teşvik edebilmek için yerel bir heyet kurulup, yapılan tüm kamu harcamalarının nereye ve ne şekilde yapıldığının şeffaf bir şekilde takibinin yapılması ve kamuoyuyla paylaşılabilmesinin son derece büyük önem taşıdığını hatırlatmakta fayda var. Böyle bir heyetin varlığı bile hizmet, mal alımı ve inşaat işini yüklenen firmaların satın alımlarında önceliği yerel piyasaya vermelerini sağlayabilmeli. Ayrıca hükümetin ve yerel karar vericilerin yapılan satın alımlarda düşük fiyat beklentisinden, en uygun fiyat ve Van için en yüksek ekonomik – sosyal faydayı sağlayacak bir baskı grubu olarak faaliyet gösterme girişimine de bu yapı içerisinde ihtiyaç olacağı kanaatindeyim. En basit örneğiyle İnşaat malzemelerinin Van’dan alınmasından tutunda inşaatlarda çalışacak işçilerin kıyafetlerinin Van’daki terzilere diktirilmesine kadar aklınıza gelen her aşamada yerel ekonomiyi önce canlandırmak daha sonrada bu canlılığı sürdürülebilir kılmak için ortak bir girişime ihtiyaç var.

Önümüzdeki dönemdeki süreçte DAKA bölgesel kalkınmanın kurumsal dinamiği olabilmeli ve yerel paydaşlarla doğrudan ve Ankara’ya gebe kalmadan iş görebilecek düzeyde yetkilendirilmeli. ESOB Ahiliğin ne olduğunu hatırlatmalı ve Ahi kültüründeki bu dayanışmayı bu modele sokabilmek için uğraşmalı. VATSO üyelerini bir araya toplayarak bilançoları büyüklüğünde ilgili sektörlerde faaliyet gösteren üyelerinin bu ranttan bir araya gelerek dayanışmayla faydalanabilmesinin yollarını aramalı. VATBO aynı şekilde “Organize Hayvancılık Bölgesi” modelinde olduğu gibi öncü bir rol üstlenerek tüm bunların mümkün olabileceğini anlatmalı.

Van esnafını, iş çevrelerini ihale ve doğrudan alım peşinde koşturarak düşük fiyatlı işler yaptırmaktansa, en uygun fiyat ve ilgili sektörlerin tamamına yansıyacak satın alma ve konsensüslerle kurumsal bir yapı dahilinde yeni arayışlar içinde olmamız lazım. Büyük ve güçlü olanı daha da büyütüp, küçük ölçekli olup var olma mücadelesi vereni bu dönemde yok olmaya mahkum edecek bir zihniyetin, depremler sonrasında var olmasına göz göre göre izin verilecekse bunun için mücadele etmeyeceksek, sorumluluk koltuğunda oturanların kepenkleri indirip dükkanlarını şimdiden kapatmaları lazım.

Tüm gözler Van’ın üzerindeyken, Van için ne yapılacağına dair kafa karışıklığı varken ve iyi şeyler yapmaya dair bir çaba ortadayken bu esintiyi fırsata çevirmek lazım. Her sektörde ve günlük yaşam içinde kalite artışını odağına alan, bu yolla kaliteyi de hissedilebilir bir noktaya taşıyacak, yerel, ulusal ve uluslararası uzmanları, meslektaşları ve yetkilileri sık sık bir araya getirip ortak platformlarda buluşturup vizyon ve bilgi paylaşımının önünü açacak yetkide ve yetkisinin de üzerinde etkili bir Kalkınma Ajansı örgütlenmesine ihtiyaç var. Teknik destek mekanizmalarından daha fazla istifade edilebilen, yerelden gelen önerilere hızlı cevap verebilen etkili ve yetkili bir DAKA bu sürecin her alanda en önemli aktörü olabilir.

Kalkınmayı yerelde başlatıp, işi ve uzmanlığı kalkınma olan bir yapının varlığıyla daha rahat yol alınabileceğini düşünüyorum. DAKA’dan daha çok Vanlı ve Van firmasının yararlanabilmesinin önünün açılması gerekiyor. Hem bireysel hem de kurumsal olarak Van iş camiasının sıkıntılarına çare olabilecek, her alanda kalite artışını merkezine alıp takip edebilen, bireysel girişimciliğin ve rekabet edebilirliğinin önünü açabilecek daha bölgesel, daha çok dünyalı ve daha az Ankaralı bir ajans modeline ihtiyaç var. Tüm bunları yaparken DAKA’nın SODES taklidi olmayan sosyal projeleri acil olarak desteklemesi ve Yüzüncü Yıl Üniversitesiyle de kalıcı bir işbirliği içinde olması gerektiğini de hatırlatmakta fayda var.

Esnaf Mahallesinin Kredi Çıkmazı


Şehrin gündemine oturan ve bir kısır daireye dönen konu deprem sonrasında açıklanan kredilere erişimin zorluğu ve bu zorluğun faturasını ilgili kurumların birbirlerine kesme görüntüsünün olduğunu söylemekte pek fazla zorlanmıyorum. Özellikle topun ağzında tutulan KOSGEB’ten hareketle kredi sürecini ve sorunları irdelemek istiyorum.

Depremler sonrasındaki ekonomik küçülme ve ticari hayatın sıfır çizgisine yanaşması nedeniyle Van ticaret camiası zor günlerin içinden geçiyor. Az sayıda sektör (özellikle müşterisi kamu olanlar) deprem krizini fırsata dönüştürme şansı yakaladılar ve önümüzdeki aylarda yakalayacak olanlar var. Ancak yerel iş camiamızın kira, sabit giderler vb.. harcamaları yüksek olanlar için aynı şeyi söylemek çok zor. İşin özeti klasik bir ifadeyle, esnaf kan ağlıyor.

Haftalardır çözülemeyen bir kredi sorunu yaşıyoruz. Gazetelerden okuyoruz ve esnaf dostların bıkkınlıklarının ve umutsuzluklarının ifadesi olan yakınmalarına şahit oluyoruz. Van Ticaret Borsası Başkanı Feridun Irak’ın bankalara çıkışmasının da yerinde ve haklı bir tepki olduğunu daha iyi anlıyoruz.

Öncelikle süreci doğru analiz edip, çözümlere de doğru yöntemlerle ilerlememiz gerektiğini düşünenlerdenim. Esnaf ve Kobi kredileriyle ilgili hala bir bilgi bulanıklığı olduğu aşikar.
Sistemin işleyişinde kredi veren devlet değil. Depremzede vergi mükellefleri için Başkanlığını Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanının yaptığı Ankara merkezli KOSGEB icra komitesi kararıyla “Kredi Faiz Desteği Sistemi” olarak işleyen iki tane kredi programı belirlendi.

Bu kredi programlarından biri 100.000 TL üst limitli “Van acil destek kredisi” programı , diğeri ise 30.000 TL üst limitli “Van işletme sermayesi destek kredisi” programı. Bu iki kredi paketinin ortak özelliği 1 yıl ödemesiz toplamda 36 ay vadeli ve 0 faizli olması. İlk pakette işletmesi deprem nedeniyle hasar görenler, ikinci pakette ise işletmesi hasar görsün görmesin KOSGEB veri tabanına kaydolabilecek tüm sektörler için geçerli bir kredi paketi tanımlaması yapılmış.

KOSGEB bu süreçte 13 banka ile anlaşma imzalamış. Anlaşma gereği KOSGEB bankalara; Benim veri tabanımda kayıtlı olan ve dosyasını size sevk ettiğim işletmeleri bu iki kredi faiz desteği paketi kapsamında kredilendirin ve doğacak faiz yükümlülüklerini benden tahsil edin diyor. Yani burada devlet esnafa doğrudan kredi vermiyor ve vatandaşı bankalara yönlendirerek ana para borcu, kredi başvurusunu yapana ait olmak üzere sadece kredinin faizini hibe ediyor.

10 Şubat Cuma günü itibariyle Van KOSGEB müdürlüğünün süregelen çalışmasıyla veri tabanına kaydı yapılan firmalardan Van Acil Destek Kredisi kapsamında 2779 işletme bankalara başvurmuş ve bankalarca 345 başvuru onaylanmış. İşletme Sermayesi Destek kredisi kapsamında başvuru sayısı 4534 iken bankalarca onaylanan başvuru 277. Yani bankalar sadece 622 kredi başvurusunu onaylayıp, ilgili kredi tutarını firma veya şahıs hesaplarına yatırmışlar.Aradan geçen zamanın uzunluğunu dikkate aldığımız da ilk pakette toplam kredilerin yüzde 12,5’i, ikinci pakette ise yüzde 6’sı oranında kalınmış.

İşte esas trajikomik durum bu noktadan sonra başlıyor. İşin içine bankalar girince herkesin aklı karışıyor. Yukarıdaki oranlara bakınca 100.000 TL’lik kredi başvurusunu bir kenara bırakında 30.000 TL gibi esnaf için çok büyük bir rakam olmayan kredi başvurusunun neticelenmesi yüzde 6’lık bir konumda kalınması karşısında sözleşme imzalayan bankalara el insaf diyorsunuz.

Ayrıca işin içinde Kredi Garanti Fonunun(KGF) ciddi anlamda desteği varken bugüne kadar ticari hayatta bir yılını doldurmamış firmalar için bir kamu bankasından sadece 13 başvuru geldiğini öğrenince bankacılık sektörünün katılaşabilen iç bürokrasisi ve güven erozyonu karşısında şaşırıp kalıyorsunuz.

2001 krizinden bu yana bankacılık sisteminde bir dizi reformlar yapıldı. Bankacılık sektör olarak ciddi bir iç ve dış denetim sürecine tabi tutulurken , bankalar iç işleyişlerinde mali istihbaratı derinleştirerek kredi başvurusu yapana karşı ciddi bir araştırma ve kredibilite şartları getirdiler. Şu an göründüğü kadarıyla kredi krizinin ana nedeni bankaların normal zamandaki kredilendirme kriterlerinde ısrar etmeleri. Bu mali istihbarat sürecinde banka personelinin hazırladığı rapor ve kanaat kadar , kredi onayını veren genel merkezlerin kredi uygunluk kriterlerine onay vermeleri de sürecin tamamlayıcı aşamaları.

Kredilendirme sürecinde şu an itibariyle karşılaşılan temel sorunlar, Mali verilerin yetersizliği, geçmiş dönemlerden gelen bilanço zararları, kefalet şartlarının yetersizliği ve özellikle ekspertiz raporlarında ipotek konusu varlıkların düşük değerlendirilmesi gibi sorunlar var. Buradan anlaşıldığı kadarıyla bankacılık sektöründe Van’ın özel durumunu görmezden gelen bir davranış bozukluğu olduğunu söylemekte fayda var.

Bu davranış bozukluğunun ana nedeni Başkanlığını ilgili Bakanın yaptığı Ankara’daki KOSBEG icra komitesinin bankalarla bu anlaşmayı hazırlarken sözleşmeye, deprem şartlarını tanımlayan kredi uygunluğu koşullarına deprem sonrası koşullara yönelik esnekliği dahil etmemeleri ve özellikle şu an mevcut bankaların yerel şube personellerini geceleri uyutmayacak kadar büyük bir sıkıntının içine sokan, bankacılık sistematiğinin yerel şartları ve koşulları KGF kefaletine karşın görmemesinin yani var olan koşullara uyum sağlamak istememenin sektörel davranış bozukluklarını gözlemliyoruz.

Yerel çabaların bu süreçte başarılı olamadığını ve esnafın artan kızgınlığıyla düne kadar iyi ilişkiler içinde oldukları bankaların personelini karşı karşıya getirip iki taraf içinde hoş olmayan durumların ortaya çıkmasına bir an önce engel olmak gerekiyor.

“Kredi Faizi Desteği Kapsamında” imzalanan anlaşmalara ek olarak sorunlar hızlı bir şekilde yeniden tanımlanmalı ve ilk başta imza koltuğuna oturan Bakanlık(lar) ve Bankalar yeniden bir ek sözleşmeyle bu krizi aşmalılar. Aşılması gereken konu kefalet sisteminde KGF onayını yeterli kılmak ve deprem sürecini göz önünde bulundurarak normal zamanda istenen şartların bu paketler kapsamında devre dışı bırakılarak esnafın sorunlarını gerçekten çözecek bir yeniden yapılandırılmaya gidilmesi. Buna Özel Bankalar yanaşmak istemezlerse, kamu bankalarını devreye sokup hızlı bir şekilde bu destekler sağlanmalı.

Düne kadar Ankara’da önemli görüşmeler yapmak için kapıları çalan siyaset, sektör ve STK temsilcileri vakit kaybetmeden o kapıları tekrar çalmalı şayet kapıları kimse açmıyorsa kapıları omuzlayarak içeri girmeliler. İlgili tüm Bakanların(Kalkınma, Ekonomi, Sanayi Bakanı) , yerel temsilcilerin, bankaların genel müdür ve Van şube müdürlerinin katılacağı bir “Van Ekonomi Zirvesi”, hızlı olması açısından Ankara’da ivedilikle ve gerekirse eller bu sefer masalara vurularak yapılmalı. Van’daki tüm odalar ve meslek örgütlerinin bir araya gelerek çok acil bir şekilde ulusal gazetelere durumu ve sürecin tıkandığı noktayı anlatan tam sayfa bir ilan vererek, tüm yetkilileri göreve davet etmeleri gür ve tek bir sesle önemli bir çıkış yapmaları gerekiyor.
Düne kadar esnaf kefil ararken, bugün esnaf için memur kefil istiyorlar” serzenişini yapan esnaf yerden göğe kadar haklı. Eğer bankacılık sistemi bu kefalet sürecinin içinden çıkamıyorsa ve insanlar ihtiyaç duydukları ve önceden taahhüt edilmiş faizsiz kredi olanaklarına kolayca ulaşamıyorlarsa süreci sadece şu an itibariyle değil, gelişimi içerisindeki noksanlıları da görerek düzeltmeliyiz. Girişimci orta sınıfın zayıfladığı bir yerde nitelikli bir kalkınmadan söz edilemeyeceğinden sık sık söz ediyoruz. En azından 30.000 TL’lik bir kredi paketi için esnafın umudu kırılırsa, esnaf bankalara gide gele ayakkabılarına bakar hale gelirse ve onuru zedelenirse bunun yaratacağı özgüven sorunu ve hayal kırıklığının faturasını tüm şehir hatta bölge öder.

Van Fenerleri

Başınızı yukarı kaldırmadan önünüze ya da yere doğru bakarak yürüdüğünüzde hiçbir sorun yokmuş hissine kapılıyorsunuz. Kaldırımlar aynı kaldırımlar, çukurlar aynı çukurlar, çamur aynı çamur.

Gökyüzüne doğru baktığınızda çok katlı binaların soğukluğu kışın soğuğunu ışık hızıyla yararak sert bir tokat gibi yüzünüze iniveriyor. Ne balkonlarda asılı çamaşırlar, nede pencere önlerinde rengârenk çiçekli saksılar duruyor artık.

Depremlerin peşine hayatı saran kış, yaşamı zor kılsa da, şükür etmeyi yüreğine sabır taşı yapmış Vanlılar içeride ya da dışarıda leylakların açacağı, uşkunların tezgâhlara düşeceği günleri bekliyor.

Bir çok sanayi şehrini geride bırakıp Türkiye’nin en kirli havasına sahip şehir ünvanını korurken, azalan nüfusla beraber farkında olmadan havamızda temizleniverdi ancak bu kadar sorun arasında buna sevinecek bir halimizde olmadı.

Askerlik ve talebelik yapmış ekseriyeti erkek olan depremzedeler için konteynırlardan ve çadırlardan çerezli bekar muhabbetleri geceye yayılırken, her ikisini yapmamış olanlar için yeni bir dünyanın kapıları açılıveriyor.

Gece, mesai sonrasında uyanık kalanlar için nöbet demektir. Devletler ve kurumlar geceleri uyku moduna geçer ve nöbetler başlar. Geceye kalanların bir kısmı bir nevi toplumun bekçileridir. Evinin eşyalarına göz kulak olmak için, ailesini konteynerlere veya il dışına gönderip, boş bulduğu ilk yere çadır kuranlarda bu nöbete ister istemez ortak oldular. Depremler zorunlu bekçilik müessesinin de kurulmasına vesile oldular.

Sorun sorunu kovalıyor, eski standartlarda olmasa da çözüm bir şekilde bir yerlerden geliyor.

Ama herkesin kafasını aynı soru kurcalıyor; peki ya yarın ne olacak?

Bu sorunun cevabını çok uzakta aramayanlardanım. 1999’da Marmara bölgesinde yaşanan büyük depremlerden sonra ne olduğuna bakmaya çalıştım. Çok değil 13 sene önce büyük deprem yaşamış bölgeler bugün eskisinden daha güzel bir haldeler.

Ankara’da bir alışveriş esnasında telefon konuşmama kulak misafiri olup Van’dan geldiğimi anlayınca, Düzce depremi anılarını anlatmaya başlayan ve sonunda Ankara’ya yerleşen departman görevlisi kendisi için hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığından yakınırken derin bir hüzne bulanmıştım.

Daha sonra Düzce’de kalıp, Deprem sonrasında on yılda Düzce’nin ne kadar geliştiğini ve ne kadar ileri gittiğini anlatan bir arkadaşımla sohbet etme fırsatı bulduğumda hüzün üzerimden uçup gitti. Düzce’nin en büyük şansının sanayi yerleşkelerine yakın olması gibi bir düşünce aklımı kurcaladı durdu. Biraz eşeleyince depremden sonra en önemli faktörün sadece ama sadece memleketinize sahip çıkmak için bir araya gelebilmekten geçtiğini anladım.

Hepimize bekçilik ve depremzedelik dışında büyük görevler düşüyor. Bugün hepimiz bir fener gibi umudu kırılanlara, Van’dan vazgeçme niyeti olanlara yol gösterici olmalıyız. Binalar anlamsız bir karanlık içinde yeniden ışıldamayı beklerken, esnaf çek,senet dertleriyle boğulmaya tam anlamıyla başlamadan, birlik ve beraberlikle bu şehri ilmek ilmek yeniden ayağa kaldırmak ve kalkındırmak zorundayız.

Kim olarak mı? Belki bir avuç, belki de bir bütün olarak…

Şimdi Van’a sahip çıkma zamanı. Sadece Van diyenlerle değil, ‘Önce Van’ diyenlerle yola koyulma zamanı.

Ey Van Şehri!

Hüznü gözlerinde gezinen, yüreklerine düşen korla “memleket çok hoştur” diyerek geceyi gündüz, gündüzü gece yapan, nerede olurlarsa olsunlar yürekleri memleketleriyle beraber atan şehrin can ahalisine;

Elde ansızın dağılan tespih taneleri gibi bir bir yuvarlanıverdik, merkezimizden bir düzensizliğin merkezine.

İmamesi kaybedilmiş boncuklar gibi yeniden sırasına dizilmeyi bekleyen pırıldan daha pırıl, ışıldan daha ışıl bir ahengin beklentisi volkan gibi kabarıp durur yüreklerde.

Bir elmanın dalından düşüvermesiyle başladıysa yerçekiminin hikayesi, bizim için yerden gelen şiddetli bir sarsma kuvvetiydi hayatımızın en zor perdesi.

Sabah ezanının ardından seher yelinin doğanın ritminde gizli gülbanklarına karışan selamlar gün ışığına karışınca, geceden ışıkları parlayan evlerin yerinde esen neşenin, karanlık bir bekleyişe dönüşmesinin kabuslarıyla da uyandık kimi sabahlara.

Bu sefer hep beraber alıştığımız üzere “Sahipsiz memleket” demeyi şimdilik bir kenara bıraktık ve ‘Ey memleket!’ dedik , yüz yıla yakındır yüreklerde yer bulamamış ortak bir samimiyetle.

Ey memleket, boynu bükük hatıralar etrafında dönüp duruşun ne kolon patlaklarından, ne kiriş çatlaklarından , nede son nefesini veren kerpiç yıkıntılarının tozundan gelir , yıkılan binaların altında yitirilen her cana, sadece üzülmekten ötedir görevin.

Biliriz ki sana da kader olan afet her zaman olduğu gibi dermanıyla beraber hakikatin tek sahibinden gelir, yine biliriz ki sabır, şükür ve dua üçlüsüdür ilk ve her daim başvurulacak olan.


Ey Van! ; Şimdi sen gözlerinde kurumuş yaşın yerini alan telaşla, duyguları sömürülmüş bir şehrin suskunluğuna gömüldün ya, sabreyle bitecek elbet bu münzevi ayrılıklar bir gün.

Bir gün batımında içinden şamran akan Edremit yine sana coşkuyla bakacak, Gevaş’ın bağlarından rengarenk meyveler dökülecek, Erciş yeşiliyle katılacak bu coşkuya, göl yine
sadece senle yaşayanların aşina olduğu soda kokulu tütsüsüyle sarıp sarmalayacak bedenini, mavisinden dökülen tüm ihtişamıyla.

Her şey ya eskisi gibi olacak, ya da eskisinden daha güzel…

Yüz yıl kadar geriye giden bir zaman kesitinde çocuk olarak gittiği muhacirlikten döndükten hemen sonra her Vanlı gibi ‘Vardım ben anam Van’a, yüreğim yana yana’ türküsünü içli içli söyleyen genç Kerim Tuncer’in yüreğine gelen umudun, dilinden şiir olarak dökülmesine dönüşüveriyor memleket, yeni baştan ve anlamını yüzyıldır hiç yitirmeden ;

“Ey Van şehri;
Senin bu harabelerin bile
Bize cennet gibidir
Her şeyden kıymetlidir
Aziz semalarında uçuşan kuşlar ile birlikte
Ruhumuzdan sana selam yükselir…”