Ne zaman bana yaraşır, nede ben zamana
Ta ki vakti gelene kadar ayrılığın…
Küçüktüm öğretmenin,
Hem de çok küçük;
Anlattın…
Bir anladım, Bir Anlamadım…
Ve cebinden çıkardığın kumaş mendilinle,
Burnumuzu silmek zorunda kaldığında oldu…...
Kara tahta, kara önlük ve hepsine inat beyaz tebeşir
Renkliliği ve şımarıklığı kaçıran bir neslin son temsilcileriydik
Doyasıya yaşayamadık yaramazlığımızı...
Öğrettin…
Bir öğrendim, bir öğrenemedim…
Nereden bilebilirdim sistemin böylesine çarpık olduğunu,
Elinde beslenme çantalarıyla biz,
Geceden haşlanmış yumurta ve soğan kokan haylazlar,
Taştan kale kurup, taştan toplarla oynardık oyunumuzu,
Tahtadan sıralara kazırken ismimizin baş harfini,
80 kişilik sınıflarda anlayamadık eğitimin kıymetini…
Yediğimiz dayaklar yanımıza kar mı kaldı bilemem
Eti senin, gerekirse kemiği de senin diyen ebeveynlerin evlatları bizler
Dayak yiyen son talebe neslinin temsilcileri de olduk istemeden
Ezberlettin…
Bir ezberledik, bir ezberleyemedik…
Müfettişler önünde ezbere şiir okumanın havası bir başkaydı,
Ve bayram günlerinde ansızın büyünce kıyafetlerimizle,
Bir doktor, bir asker bir hemşire oluyorduk üniformalarımızla,
Çocukları seven ama çocukluğu sevmeyen bir milletin bakışları altında,
Siz yaşlandıkça biz büyüyorduk sevgili öğretmenlerim…
Sanki artık zaman da bize yaraşıyor ve biz zamana,
Vakti geldi ayrılığın çocukluktan,
Yaş 30’u geçince uyanmak gerekiyor bu uykudan,
Büyüdük ve ne kadar büyürsek büyüyelim,
Öğretmenlik bizim örgütlü çocukluğumuzun en kıymetli hatırası oldu...
Öğretmen bir dedenin torunu, Öğretmen bir annenin evladı,
Ezberci bir ülkenin ve sorgulamayan bir toplumun ferdi olarak,
Zaman zaman öğretmekten ve hala öğrenmekten her zaman keyif alarak,
Üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerime ve öğretmenlerimize;
Zordu biliyorum ama siz üzerinize düşeni fazlasıyla başardınız, minnettarım...
Ta ki vakti gelene kadar ayrılığın…
Küçüktüm öğretmenin,
Hem de çok küçük;
Anlattın…
Bir anladım, Bir Anlamadım…
Ve cebinden çıkardığın kumaş mendilinle,
Burnumuzu silmek zorunda kaldığında oldu…...
Kara tahta, kara önlük ve hepsine inat beyaz tebeşir
Renkliliği ve şımarıklığı kaçıran bir neslin son temsilcileriydik
Doyasıya yaşayamadık yaramazlığımızı...
Öğrettin…
Bir öğrendim, bir öğrenemedim…
Nereden bilebilirdim sistemin böylesine çarpık olduğunu,
Elinde beslenme çantalarıyla biz,
Geceden haşlanmış yumurta ve soğan kokan haylazlar,
Taştan kale kurup, taştan toplarla oynardık oyunumuzu,
Tahtadan sıralara kazırken ismimizin baş harfini,
80 kişilik sınıflarda anlayamadık eğitimin kıymetini…
Yediğimiz dayaklar yanımıza kar mı kaldı bilemem
Eti senin, gerekirse kemiği de senin diyen ebeveynlerin evlatları bizler
Dayak yiyen son talebe neslinin temsilcileri de olduk istemeden
Ezberlettin…
Bir ezberledik, bir ezberleyemedik…
Müfettişler önünde ezbere şiir okumanın havası bir başkaydı,
Ve bayram günlerinde ansızın büyünce kıyafetlerimizle,
Bir doktor, bir asker bir hemşire oluyorduk üniformalarımızla,
Çocukları seven ama çocukluğu sevmeyen bir milletin bakışları altında,
Siz yaşlandıkça biz büyüyorduk sevgili öğretmenlerim…
Sanki artık zaman da bize yaraşıyor ve biz zamana,
Vakti geldi ayrılığın çocukluktan,
Yaş 30’u geçince uyanmak gerekiyor bu uykudan,
Büyüdük ve ne kadar büyürsek büyüyelim,
Öğretmenlik bizim örgütlü çocukluğumuzun en kıymetli hatırası oldu...
Öğretmen bir dedenin torunu, Öğretmen bir annenin evladı,
Ezberci bir ülkenin ve sorgulamayan bir toplumun ferdi olarak,
Zaman zaman öğretmekten ve hala öğrenmekten her zaman keyif alarak,
Üzerimde emeği olan tüm öğretmenlerime ve öğretmenlerimize;
Zordu biliyorum ama siz üzerinize düşeni fazlasıyla başardınız, minnettarım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder