9 Aralık 2011 Cuma

Depremin Kaybedenleri


Günler geçip gidiyor ve yaşananların bir kabus olduğunu düşünmeye başladığımız anda artçılardan sıyrılan  güçlü bir sarsıntıyla yeniden deprem gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz.

İlk depremin öğlen vaktinde gerçekleşmiş olması birbirimizin o anki yüz ifadelerine ve gözlerimizdeki korku ve endişeye şahit olma imkanı verdi. Buda bize çok şey öğretti aslında…

Van için millet ve devlet işbirliğiyle çok büyük bir seferberlik başlatıldı. Cumhuriyet tarihindeki en büyük yardım organizasyonlarından birisiydi. Ancak her şey istenildiği
gibi gitmedi , bir yerde bir terslik olduğu ortadaydı.

İlk depremden 3 gün sonra depremi yaşamış bir Vanlı olarak, Radikal gazetesi için depremi , yaşadıklarımı ve yaşananları kaleme almaya çabaladım. Dönüp geriye baktığımda kullandığım ifadelerin bugün beni haklı çıkarmış olmasına maalesef üzülüyorum.

Bu felaket gösteriyor ki, Gölcük ve Düzce depremlerinden öğrenerek çıkmışız ancak az öğrenerek çıkmışız!” diyorum Radikalde ki yazıda.

Bu bizim yüzleşmek zorunda olduğumuz, kaçamayacağımız ve öteleyemeyeceğimiz bir gerçeğimiz. Buz kadar soğuk ve ateş kadar sıcak bir gerçek bizler için.

Zaman zaman sosyal medyada yetkilileri istifaya davet eden yazılar ve gruplar görünce 99 depreminden bu yana hiç değişmediğimizi görüp üzülüyorum.

Gölcük ve Düzce depremlerinden sonra topluma umut veren, Türkiye’de sivil toplumun konumunu sorgulanmasına ve iyileşmesine neden olan enkazlara koşan başarılı bir AKUT örgütlenmesi ortaya çıkmıştı. Ancak bu depremlerle bu yönde sevindirici yeni bir gelişme olmadı.

(Bu satırları yazarken 4.9’luk Kavurma köyü yani Van merkezli yeni bir deprem haberi sosyal medyayı salladı ve moraller yeniden alt üst oldu.)

Bireyler, yerel yönetimler, toplum, ülke , devlet yani kısaca BİZ olarak depreme o kadar hazırlıksızız ki, bu depremde Gölcük ve Düzce depremleri gibi kazanan yeni bir AKUT çıkaramadığımız gibi her hangi bir bireysel ve kurumsal ayrıma tabi tutmadan hepimiz bu depremin kaybedenleriyiz.

Bugüne kadar böyle gelmiş olabilir ama en azından bundan sonrasında böyle gitmemesi için Afet’lere hazırlıklı olup, içinde halkın ve sivil toplumun gönüllü katılımının daha yoğun olacağı, bugünler için özel yetiştirilmiş personel ve yöneticilerin iş başında olacağı sistemli ulusal bir modele ihtiyacımız var.

Ancak bu sürecin en büyük kaybedeni kim diye soracak olursak, benim vereceğim tek bir cevap olacaktır; bir bütün olarak Siyaset kurumu.

       Tüm hataların faturalarını artık Veli Göçer, Erciş’teki Müteahhit Ölmez, Bakan, Vali,   
       Belediye başkanı vs..  gibi sembolik isimlere değil önümüzdeki dönemden önce    
       afet'le mücadeleyi parti programına almayan tüm siyasi partilere kesmeliyiz, bunun
       başka yolu yok, bugün başka bir yerde aynı şiddette bir  deprem olsa fark eden bir    
       şey  olmayacak ve biz hep birilerini istifaya davet etmekten öteye geçemeyeceğiz...

 Van’dan yerini bulmayacak istifa sesleri yükseltmektense, siyasi partilere Afet’le mücadeleyi ve Afet yönetmeliğini sil baştan değiştirecek uygulamaları gerçekleştirmek adına  parti programlarına öncelikli olarak almalarını sağlatacak adımlar atmalıyız. Bununla da kalmayarak yeni anayasa girişiminde Afet’le mücadeleyi milli bir mesele haline getirerek tabana yayacak adımların atılmasını talep etmeliyiz.



Bir ilk adım olarak İlk öğretim ve orta öğretim müfredatlarına Sivil Savunma ve İlk Yardım dersleri ciddi olarak eklenmeli eğitmen olarak ta işin uzmanlarından bu aşamada istifade edilmelidir.

Hatta Yüzüncü Yıl Üniversitemizin kendini toparlar toparlamaz en azından ön lisans düzeyinde Afet Yönetimi ve Sivil Savunma Bölümü açarak bu işe öncülük etmesi faydalı olabilir. Sivil Savunma ve Afet Yönetimi derslerinin dünyaya örnek olabileceğimiz bir modelle Türkiye’deki Yüksek öğretim mevzuatına  mecburi ders olarak ekletilmesini de  öncü ve öncelikli bir ses olarak Van’dan yükseltmeliyiz…

Van’la ilgili yazacak , sesimizi duyurmamız gereken o kadar çok şey var ki, sesimiz duyulur umuduyla sıra onlara da gelecek inşallah…  
       





   



 








18 Kasım 2011 Cuma

Çadırda Yanmak

 Suça iştirak etmekten müebbet yedi vicdanım
 Karla kaplanmış çadırlarda kaybettim ruhumu
 Bağırdıkça çıkardığım, sesden başka bir şey değil gürültüm
 Kendi memlektimde kendimi kaybettim
 Güle güle çocuklar gülel güle
 Külleriniz umut olsun memleketime...


13 Kasım 2011 Pazar

Sayın Başbakan'a Mektubumdur


Sayın Başbakan;

Özyurdumuzdan yurdumuza Büyük Göçümüz Devam Ediyor; Vanlılar büyükşehirlerdeki yakınlarının yanı sıra, Adana, Mersin, Urfa, Antalya ,İzmir gibi sıcak ve nispeten ucuz kentlere akın akın göçüyorlar, şu an Van'daki en büyük faaliyetlerden biri kamyonlarla ev taşımak, Malın Canın Yongası olduğunu bu afetle öğrenmiş bulunmaktayız, şükürler olsunki hala sağ kalanlardanız, ancak 600.000... den fazla Vanlıyı çok büyük ekonomik ve sosyal sorunlar bekliyor.

Bankalar kredi borçlarını erteledi ancak, erteleme süresi sona erince o borçlar ödenemeyecek ve Vanlılar büyük bir iflas sürecinin içine girecekler. Ticaretle uğraşanlar ticaretlerinden olduklarından iflas bayrağını çoktan çekdiler. Bu afetle çok büyük bir mağduriyet oluştu. Van'a Özel en azından ekonomik ve sosyal önlemleri içeren Afet Yönetmeliği çıkarılarak teşvik ve desteklerin çıkarılmaması, banka kredi borçlarının devlet kontrolüne alınarak ertelenmemesi durumunda Van'ı ister büyükşehir yapın ister başkent çabalarınız yerini bulamayacaktır.

Ekonomik hayatı normalleştirmeden sosyal hayatı normalleştiremeyeceğinizi anlamış olmanızı umut ediyoruz. Cumhuriyet tarihindeki en büyük Afet'lerden biriyle karşı karşıyayız. Girşimci orta sınıfın bir daha geri dönmemek üzere büyük bir göç hareketine kalkıştığı bir afet bölgesini kamu personeli ve ekonomik olarak alt sınıflarla yeniden kurmaya çabalamak Tarım toplumuna geri dönüşü teşvik edecek,sonucu etkili olacak bir uygulama olmayacaktır. 1 Milyon Vanlı şu anda iki dudağınızdan çıkacak kesin ve net sözleri bekliyor.

Hiç bir ideolojinin arkasına sığınmadan sadece Van'lı ve Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı aidiyetlerimle sizden Van ve Vanlılar için Cumhuriyet Tarihinin en büyük ve geleceğede ışık tutacak sosyal-ekonomik ve psikolojik yara sarma eylem planını bütüncül bir AFET politikasıyla hayata geçirmenizi ivedilikle rica ediyoruz.

Saygılar
 
Can Ozan Tuncer

12 Kasım 2011 Cumartesi

DEPREMLE GİDEN


7.2’lik ilk depremin şokunu üzerimizden atamamışken Edremit merkezli 5.6’lık deprem yüreklerimizi, yaşamlarımızı, sığındığımız mutlu yuvalarımızı derinden ve yerinden oynattı.

“Coğrafya kaderdir” diyen  İbni  Haldun’u bir kez daha doğrulayan bu doğal afetler dizisi bugün bir çok Vanlıyı yerinden etmiş durumda. 1915 yılındaki tarihsel olayların üzerinden yüz yıl daha geçmeden yüz binlerce Vanlı iki haftalık bir zaman dilimi içinde yeniden muhacir konumuna düştü.

Deprem kuşağında yaşayıp depreme dair her türlü tedbir ve uygulamada zafiyet göstermek muasır medeniyet hedefinde olan bir ülkeye hiç yakışmadı. Diplomaside komşularla sıfır sorun politikasını belirleyebilecek bir güce ulaşmışken, toplumsal zihniyet olarak doğal afetlere hazırlıklı olamamak ve mücadelede hep sorunlu olmak bizleri inciten bir olgu.

Daha düne kadar terör kaynaklı güvenlik gerekçeleriyle yerinden edilmiş binlerce vatandaşa tazminat dağıtılan bir yörede bugün deprem nedeniyle yerinden olan yüz binleri nelerin beklediğini bilmek istiyoruz ancak bilemiyoruz. En iyimser öngörülerimiz bile bir anda felaket senaryosuna dönüşebiliyor.

Beş yüz bini aşan kent merkezi nüfusuna depremden etkilenen köyleri ve Erciş ilçesini de dahil edersek yedi yüz binlik bir nüfusu doğrudan etkileyen bu deprem karşısında birey olarak hepimiz son derece çaresiziz.

Depremin yaşandığı günden bu yana herkes geceli gündüzlü olarak çalışıyor. Depremi yaşamış ve o ruh haline sahip aklı sevdiklerinde kalan şok içindeki insanlarında içinde olduğu bir kriz merkezi oluşturuldu ve neredeyse 3 haftaya yaklaşan bir süreçte bu kadrolarla kriz yönetilmeye çalışılıyor.

Biz sorumluluklarını ve duygusal bağlarını birbirinden ayırmayan, vicdanını muhafaza etmeye direnen dayanışmacı bir toplumuz. Bu nedenle bu depremin en büyük hatası iki büyük depremle beraber depremzede konumuna düşen yönetici ve kamu personelinin giderek artan yorgunluğuna aldırmadan onlarla kriz yönetme çabasıdır. Ülkenin tamamını ilgilendiren savaşa dayalı bir seferberlik olmadığına göre uzun süreceği belli olan bu krizin yönetiminde yeni bir modeli benimseme de çok geç kalınmış sayılmayabilir.

İlk depremden sonra evlerini sağlam gören biz Vanlıların çoğu göz kararı tespitlerimizle soğuğa daha fazla dayanamayıp evlerimize girmek zorunda kaldık. Ancak 5,6’lık deprem her şeyi altüst etti. Ben son depremi yaşamadım ama depremin üzerinden bir dakika dahi geçmeden gelen “Bu sefer Van yıkıldı,biz yaşıyoruz merak etmeyin” telefonuyla, olduğum yerde çöküp kaldım. Son depremin 7.2’lik depremden daha şiddetli salladığına Vanlılıkları kadar emin olan ancak yeterli bilimsel ve resmi izahı alamayan tüm Vanlılarda Richter ölçümlerine ve özellikle Kandilliye  karşı büyük bir güvensizlik oluştu.





Şayet 5,6’lık deprem olmasaydı 14 Kasım Pazartesi günü hasarı netleştirilmemiş okullar açılacaktı. Ancak ne öğretmenler ne veliler nede öğrenciler bu karardan memnun değillerdi. Şu anda evi olmayan, ailesine bakmak ve çadır ortamında yada uzaklara yolladığı ailesine sahip olmakla yükümlü olan bir çok kamu personeli de kamu mesaisi ve içinde bulunduğu zor şartlar arasında kalarak büyük bir psikolojik süreçle mücadele ediyor. Bununda önüne geçebilmek için çetin kış şartları geçene ve en azından sağlam ve sağlıklı yapılara yerleşilene  kadar dışarıdan getirilecek günübirlik personelle kamu hizmetine devam edilmesi gerekiyor. Bir çok tanıdığımdan ve özellikle bir doktordan işittiğim ruhen ve bedenen artık gücüm kalmadı, tüm gücümle çalışıyorum ifadesini işitince durumun vahametini çok daha iyi anladım.   
 

Şu anda hepimizin Van’ın  Afet bölgesi ilan edilmesine dair büyük bir talebi ve beklentisi var. Van’da ekonomik hayatta aktif olan bir çok ticari aktör bugün itibariyle iflas etmiş durumda.En büyük şikayetleri ise Afet bölgesi taleplerine karşılık olarak vergi ödememek için bunu yaptıklarına dair aldıkları önyargılı keskin cevap. Ekonomik tedbirlerin alınmaması ve bu insanların iflasına göz yumulması, sosyal dokuda oluşan fay kırıklarının bir daha kapatılmamasına neden olabilir.

Van’ı yeniden kurmanın en büyük dinamiği ekonomisini ve sosyal yaşamı pekiştiren ticareti diri tutabilmektir. Teşvik paketleri oluşturarak özel sektörün sosyal sorumluluk bilinciyle yatırım yapmasını sağlamak ve devletin işletilmeye hazır tesisleri sanayicilere tahsis etmesiyle beşeri katma değeri yüksek üretim ağlarının oluşturulması gerekiyor.

Bugüne kadar yüz binlerce insan imkanlarını zorlayarak ve kendilerini bekleyen imkansızlıkların farkındalığıyla yakınlarının yanına sığınmak üzere Van’dan ayrıldı. Geride hayalet şehre yakın bir manzara kaldı. Hayatın ne zaman normalleşebileceğini hiç birimiz bilmiyoruz. Gelen haberler dışarıdan gelen çetelerin boşalan evlerde hırsızlığa başladığı yönünde. Eğer tedbirler alınmaz ve afet bölgesi ilan edilmezse soyulan her evin, birçok bedenin alın terini barındıran dünyalıkları durdukları yerde gasp edilmeye devam edilirse, insanlar mağdur bir biçimde çadırlarda ve Van dışında imkansızlıklar içinde yaşamaya uzunca süre devam ederlerse hiç bir sorumlu bu enkazın altından çıkamaz.

Devlete düşen en büyük ödev, yaraları sarmak için 7.2’lik depremin ardından milletin başlattığı yardım seferberliğini Van için atılacak her adımda ve geliştirilecek politikalarda meşruiyet zemini olarak tereddüt etmeden kabul edip, içinde Van’ın coğrafi ve iklimsel özelliklerini dikkate alan  özel bir Afet yönetmeliğini ivedilikle işleme koymaktır.      

Can Ozan Tuncer

9 Kasım 2011 Çarşamba

Burak Öztürkçü 5.6 sonrası Deprem Analizi

Burak Öztürkçü depremle ilgili derlediği analizi paylaştı ; 

Depremin büyüklüğünü en kısa sürede belirlemek için, tüm dünyada kullanılan Lokal Magnitüd büyüklük hesabı yöntemi seçilmiş ve bu yönteme göre depremin büyüklüğü Kandilli Rasathanesi tarafından Ml= 5.6 ve lokasyon Van-Edremit olarak kamuoyuna duyurulmuştur. Amerikan Deprem Araştırma Merkezi(USGS) Ml=5.7 olarak belirtmiştir fakat sonrasında Kandilli Rasathanesini referans alarak 5.6 olarak revize etmiştir. Kuzey-güney doğrultulu deprem 19 sn sürmüş ve 7. Saniyesinde en şiddetli şekilde hissedilmiştir. 


Depremin merkez üssünde en fazla hasar olması gerekir diye yanlış bir kanı var, bizimle paylaşılan değerler yukarıda da değinildiği gibi ilk lokasyon ve ilk şiddeti belirtmektedir, uzanan fay hattı boyunca daha yüksek değerlere ulaşabilir ve farklı bir bölgede daha fazla yıkıcı etki gösterebilir. Ayrıca depremin yıkıcılığı noktasında bizimle paylaşılan 5.6 7.2 gibi değerlerden ziyade; deprem ivmesi ve deprem periyodu daha etkendir. 23 Ekimde olan depremin ivmesel büyüklüğü 0.1g olarak belirlenmiştir, yani 12 kasım Düzce depreminin hemen hemen 5 te 1’ i kadar. 99 Depremine nispeten daha az hasar ve can kaybının olma sebebi ivmesel düşüklükten kaynaklanıyor. 5.6 büyüklüğündeki depremin ivme kayıtlarına ulaşamadım, fakat daha sığ ve tahminim ivmesel olarak daha büyük olduğu yönünde.

4 Kasım 2011 Cuma

Depremzede Bayramlar


Toprağımıza düşen ateş hepimizi kavurdu geçti. Her birimiz  aynı şiddette olmasa da afetler karşısındaki çaresizliğe tanık olup bir kere  düştük.

Bu düşüşler karşısında kimimiz hemen doğrulup kalkabildik ancak içimizde kalkmakta uzunca bir süre zorlanacaklarımızın sayısı da bir hayli fazla.

Ne kadar zorsa kurulu düzenden kopup çadır altında yaşamak, depremi bir anda bir çırpıda unutmakta o kadar zordur.

Bu depremi Türkiye’deki benzer şiddetli depremlerden ayıran en büyük özellik milletin ve özellikle sivil toplumun  devletle eşzamanlı olarak seferber olabilmesiydi.

Beton, kerpiç ve yığma binalardan oluşan memleketimde şimdi bezden yapılar yükseliyor.
Uykusuz geçen gecelerin şafağında gözümüzü yumduğumuz her anın titrek bir istirahattan ibaret olduğunun da farkına varanlardan olduk.

İmdadımıza koşan Anadolu’nun yek vücut olmayı başarabilmiş kadim halklarının ve uluslar arası camianın yardımlarını bir kenara koyduğumuzda, Van için harcanan çaba 7.2’lik depremin çıkardığı enerjiye bedel bir potansiyel barındırıyor.

Yeni bir Van inşa edilecek bundan kimsenin endişesi olmayacaktır. Ancak yavaş yavaş kafamızı kurcalaması gereken soru kurulacak yeni Van’daki kentsel ve kırsal afete hazırlıklı yaşam zihniyetiyle anlamsızlaşan kent kültürünün ne olacağı yönünde.

 Böylesine büyük bir şokun ardından büyük bir yeniden inşanın geleceğine eminiz. Bu eminlik içinde emin olmak istediğimiz bir husus ise bu süreçte afete karşı geliştirmemiz gereken duyarlılığın ortaya çıkabilecek rant kavgalarının gölgesinde kalmamasıdır.



Bayram yaklaşıyor, bu bayram bir çok hanenin şeker tasları Türkiye’nin yardımsever insanları  tarafından doldurulacak. Ocaklarda dünyanın dört bir tarafından gönderilen kurbanların etleri pişirilecek.

Allah nasip ederse buralardan daha yazacaklarımız olacaktır, ama şimdilik deprem vesilesiyle kısa kesmek makbulü.

Unutmadan ; Somali’ye yaptığımız yardımları karşılıksız bırakmamak için, depremi duyar duymaz Türkiye’de okudukları şehirlerden kopup bize yardımcı olabilmek için gelen ten renkleri bizimkilerden oldukça farklı ancak ruhlarımızın ve vicdanlarımızın rengi bir o kadar birbirine yakın olan kardeşlerimizin de yanımızda olmalarının bize anlattığı o kadar şey var ki…



Bir çadır kent çocuğunun tebessümünün masumiyetini, bayram kucaklaşmasının sıcaklığıyla harmanlayabileceğimiz, akın akın gelen yardımlarla 72 milyonla Vanlı olabildiğimiz, 1000 yıllık kardeşliğimize 1000 yıllık daha kanın verildiği, gündemin depremden çıkıp, esenlik olabileceği, eli öpülesi, umudu daim, heyecanı gür, dayanışması çok ve duası bol bir bayram olsun bizim bu ilk depremzede bayramımız…

Bayramımız Kutlu Olsun

Harap oldu Van Mülkü - Radikal

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1068077&Date=02.11.2011&CategoryID=42

Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal afetlerinden birini kucağında üç günlük bebeğimle yaşadım. 7.2’lik bir deprem esnasında ölümü ve kıyameti eşzamanlı olarak yaşamış olmanın psikolojik ağırlığıyla hayata yeniden ama yitirilen canlar nedeniyle incinmiş olarak başlamış gibiyim.
Yıkılan mobilyalar ve aksesuarlar arasından geçerek, apartman merdivenlerini aşıp depremin boyutunu anlamaya çalıştık önce. Yakalandığımız ilk artçının etkisiyle ilk şoku üzerimizden attıktan hemen sonra canımızı ve canlarımızı binalardan uzaklaştırmaya koyulduk.
Yeni baba olmuş biri olarak yakalandığım depremde kendimi yere atıp üç günlük Kerim Alp bebeğe kalkan oldum. İlahi iradeye koşulsuz sığındığım an, bir yandan da baba olduğumu anladım. Ben ve ailem bu büyük depremi tüm şiddetiyle yaşamış olmamıza rağmen canımızı kurtardık.
Ancak bizim kadar şanslı olamayan çok hemşerimiz vardı. Daha üzerimizdeki şoku atlatmadan şu anda yaşadığım ve memleketim Van’daki herkesle telefon görüşmeleri yaptım. Hemen arkasından ise görev yaptığım Erciş ilçesindeki İşletme Fakültesi öğrenci ve personellerine ulaşmaya çabaladım. Özellikle öğrencilerimin enkaz başında insan kurtarmaya çalıştıklarını duydukça ve onlardan gelen bilgiler doğrultusunda felaketin boyutunun çok ama çok büyük olduğunu anladım. Felaketlerin ve afetlerin her daim insanın başında olmasına rağmen insanın kendine ve sevdiklerine bunları bir türlü yakıştıramamasının duygusallığına kapıldığımdan olsa gerek, böylesi çaresiz anlarda insan bir hiçlik duygusuna kapılıyor.
Her depremzede gibi kendi depremimi anlatmayı bir yerde noktalamam ve genel durumla ilgili yazmam gerektiğinin farkındayım. Öncelikle Başbakanın ilk gün deprem bölgesine gelmiş olması ve özellikle Erciş’e yapılan hızlı müdahale, hepimizde yalnız olmadığımıza dair ciddi bir motivasyon yarattı. Başbakanın karizması ve kamuoyu önündeki güçlü imajı karşısında halkta yardımların sorunsuz olacağına dair büyük bir beklenti oluşmuştu. Bu yüksek beklenti nedeniyle yardımlar geciktikçe, insanlarımızın önemli bir bölümü yağışsız ilk geceleri açık havada ve battaniye altlarında geçirmek zorunda kaldı. Ne yazık ki yağışla beraber televizyonlardan takip ettiğiniz çadır yağmalama görüntüleri ortaya çıktı.
Deprem esnasında aklımda büyüklerimizin anlattığı toplumda sosyo-ekonomik sınıfların arasındaki farkın çok fazla ayrışmadığı 50’li ve 60’lı yıllardaki Anadolu halkının imkanlarının ve yaşam tarzlarının çok benzer olduğu “herkeste aynı şeyler vardı” ve “hepimiz aynı şeyleri yerdik” anlatısı beliriverdi. Gecekondusundan çıkan Vanlı da aynı şartlardaydı, lüks aracının yanı başında uyuyan Vanlı da. Depremle sınıflar ve sınırlar ansızın kalkıverdi ve birdenbire herkes eşitlendi.
Depremin ilk günlerinde tükenmek bilmeyen siren ve helikopter sesleri, birbirimize anlamsızca baktırtırken bir yandan da hasar bilançosunun ilk kalemlerini merakla bekler duruma geldik. Tüm bunlara cevap ararken yardımımıza cebimizdeki telefonlar ve internet teknolojileri koşuverdi. Böylesine büyük bir depremin 10 dakika sonrasında yurtdışından aldığım bir telefonun dünyadan kopmadığımızın işareti olmasını ise bir reklam vesilesi yapmadan cep telefonu operatörlerine ufak yollu bir depremzede teşekkürü olarak algılanmasını arzularım.

Merkezi örgütlenme lazım
İnsanların gözüne düşen korkuyu ve ruhlarına işleyen deprem sonrası endişeyi anlatmak pek mümkün değil. Yokluğu ve varlığı yarım dakikalık bir depremin içine sığdıran ve sonuçta bir kısmı aramızdan ayrılan Vanlı hemşerilerimin önemli bir bölümü, doğanın bu haşin tuzağının yanı sıra inşaatların plansız beton ve demir bileşiminden müstakil olduğunu sanan ilkel müteahhitliğin ve geçmişe dönük denetimi gereksiz bir ayrıntı olarak gören devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin ortak çalışmalarıyla terki diyar eylediler.
Birçok binanın kullanılamaz halde ve yıkılmamış olmaları sadece büyük bir şans. Hırsızlık çetelerinin türediği, insanların gelecek kaygılarına deva olacaklarını düşündüğü eşyalarını barındıran evlerinden uzaklaşmak istememeleri ve bu koşullar altında çadır kentler kurmanın zorluğu göz önüne alınırsa, deprem sonrasında ciddi anlamda merkezi bir örgütlenmeye ihtiyaç duyulduğu açık.
Bu felaket gösteriyor ki, Gölcük ve Düzce depremlerinden öğrenerek çıkmışız ancak az öğrenerek çıkmışız! Afetle mücadele birçok ülkede bir konsepttir ve bu konuda standartlar geliştirilir. Bunun yanı sıra halkın hem eğitim ve hem de icra aşamasında gönüllü olarak içinde yer almadığı bir afet yönetimi, aslında afeti daha da afetleştirebiliyor.
Bizlerin dehşet ve korku içinde yaşadığı Van depremi, ne ilkti ne de son olacak. Van’ın uzak bir nokta olduğu ise kabulümüz. Böyle büyük bir afetin ardından biz Vanlılar bugün geciken yardımlar nedeniyle yetkililere kızsak da, üzerimizden senelerce ve hatta bir ömür atamayacağımız büyük deprem sonrası travmalarımız azaldıkça, yaşadığımıza daha da şükreder bir hal alacağız.
Kısacık süren depremin içimizde ve ruhumuzda bıraktığı artçılara dair yazacak o kadar çok şey, o kadar çok yaşanılmış ve şahit olunmuş şey var ki... Ancak bir yerde kelimeler bırakın boğazınızı, klavye üzerindeki parmaklara takılıveriyor. Biz Vanlılara sağanak gibi yardım yağdıran halkımıza tüm hemşerilerim gibi minnettar olduğumu ifade etmeliyim. Birtakım karşılıklı etno-faşist gerekçelerle Van’a yardım yapılmaması gerektiğini belirten primitif beyinlere taviz vermeyen, bu ülkenin 72 milyonunun sorgusuz sualsiz Vanlı olabildiği bir dönemde, bizi birbirimizden ayrıştırmak isteyen her türlü eylem ve ideolojinin ne kadar da anlamsızlaştığını görüp, zihinlerimizden ve eylem dünyamızdan uzaklaştırmamalıyız.
Yeni bir Van kurulacak, başka bir yol yok. Kanal İstanbul projesini bir kenara bırakıp Türkiye’nin doğusuna, deprem politikalarına yön verecek Van’ın yeniden kurulması gerekiyor. Ayrıca yardımların kış boyunca ilk anki hızıyla sürmesi ve özellikle Kurban bayramındaki tüm yardımların Van’a sorunsuzca aktarılması ve bunların tümünün sivil toplum denetimi ve devletin güvenlik tedbirleri altında gerçekleştirilmesi çok önemli.
1915’te istilayla yakılıp yıkılan ve Justin McCarthy’nin ifadesiyle “antik ve harabe bir kente benzeyen” eski Van şehrinin yerine kurulan ve depremle yeniden bir harabeye dönüşen Van’ın yanı sıra yeşil Erciş’in de yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Bunun için ehil ellere ve en iyi dünya modellerine ihtiyaç var. Van türküsünde şöyle diyor: “Ali paşayı vurdular, harap oldu Van’ın mülkü” ve bugün Ali Paşa vurulmadı ama bir depremle “Harap oldu Van’ın mülkü”...

CAN OZAN TUNCER:  Öğretim görevlisi, Yüzüncü Yıl Üni.

Fotoğraf: Ali Dager

16 Ekim 2011 Pazar

Barış Bize Emanet Olsun


Hasan Cemal bizi barışa emanet ede dursun, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde geldiği nokta her ne kadar hala kan akmaya devam etse de bugüne kadar gelmiş olduğu en ileri noktadır. Türk tarihindeki savaşların nihai hedefi olan  “Ya istiklal, Ya Ölüm” ve “Bu yolda ölmek var, dönmek yok”  gibi temel söylevlerin neticesi olan militer bir  ‘Zafer’ hırsının önüne sivil bir ‘Barış’ arzusunun kuvvetlice geçebildiği tarihi bir dönemin içinde bulunmaktayız.

Neredeyse ülke demografisinin ortalama yaşı kadar bir iç çatışma geçmişinin olması, haliyle artık başta gençler olmak üzere neredeyse her vatandaş üzerinde ağır bir psikolojik yük oluşturdu. Bir taraftan büyüme rakamları açıklanıp rekor üstüne rekorlar kırılınca istikrar adına seviniyorken diğer bir taraftan da ülkenin güney doğusundan gelen ve geneline yayılma ihtimali olan silah ve bomba sesleriyle derin bir umutsuzluk içine girebiliyoruz.

 Genel seçimlerde tüm oyların yarısını alan bir iktidar partisi ve devamında sırasıyla her biri birbirinin yarısı civarında oy alan CHP, MHP ve BDP gibi dört partili ve dengeli bir meclis dağılımının olması ise üzerinde tekrar tekrar durulması gereken bir konu.  Oy oranları bakımından dört tane yarımdan müteşekkil bir meclisten, toplumun bu seferki talebi yarım ya da eksik değil tam anlamıyla belirgin bir halde.

Toplam oyların yarısını alan ve bunu tam olarak kafalarda netleşemeyen ‘Demokratik Açılım’ sürecine rağmen gerçekleştiren AK Partinin, milliyetçi ve muhafazakâr bölgelerden aldığı oyların yoğunluğuna bakınca ekonomik istikrarın sürmesine dair beklentinin yanı sıra, özellikle Kürt sorununun çözümüne dair ülkenin bu konuda en sert tepkiyi göstermesi beklenen bölgelerinden dahi ciddi anlamda bir güven oyu aldığını görebiliyoruz. PKK – MİT görüşmelerine kolektif reaksiyon gösterilmemesi de bu desteği ciddi biçimde kuvvetlendiren bir olgu.

Bağımsız blok olarak seçime giden yani dolayısıyla BDP’ye  verilen oyların yoğun olduğu coğrafyaya  bakınca Kürt sorununun en büyük mağduriyet mekanını da rahatlıkla harita üzerinde görebiliyoruz. BDP’nin yoğun oy aldığı güney doğu ve doğu seçim bölgelerindeki Kürt seçmen ise sorunun çözümünde, ülke genelinde AK Parti’de olduğu  gibi  BDP’ye de  teritoryal  sınırları aşan genel bir görev yükleyerek güven oyu vermiş ve barışı es geçmeme adına önemli mesajlar vermiştir. BDP ise meclisi protesto etmeye  son verip yemin ederek, seçmen kitlesinin beklentileri ve talepleri için meclis çatısı altında siyaset yapma yolunu seçerek en doğru kararı almıştır.

CHP ve MHP’nin ise özellikle bundan sonraki sürece yaklaşımını Leyla Zana’nın milletvekili yemin metnindeki Türk Milleti ifadesi yerine “Türkiye Milleti” ifadesini kullanmasını derin bir krize dönüştürmeyerek üzerinde durmamalarını bundan sonrası için özellikle yeni Anayasa sürecinde ayakları yere daha sağlam basan, uzlaşılabilir bir meclis göreceğimize yorabiliriz. 

Kendi kendimizi kırdığımız bu savaşın sonunda, ortak kabulün akan kanı arttıracak mutlak bir askeri zafer ve bu süreci baltalayacak zafer gösterileri değil de,  barış olması gerektiğinin Türkiye toplumunun tamamının bilinçaltında da yer bulması kaçınılmaz. Barışa giden yolda psikolojik eylemlerin ve toplum mühendisliklerinin bir kenara bırakılarak, toplumun geniş kesimlerinin zaten yüksek sesle arzuladığı Barış olgusunun içinin doldurulması gerekiyor.
  Barış talebinin bu kadar arttığı bir atmosferde, toplumsal barışın nitelikli bir hal alabilmesi ve topluma esenlik katabilmesi, bu süreçteki tüm siyasi aktörlerin en önemli ödevi olmalıdır. Barışa giden yolda atılan her vicdani ve akil adım tarihe geçmekle kalmayacak, kadirşinas Anadolu halkları tarafından da kutsanacaktır.

Tecrübeyi yediğimiz kazıkların toplamı olmaktan çıkarıp, Oscar Wilde’ın dediği gibi “İnsanların hatalarına verdiği isim” olarak kabul edip yola devam etmemiz lazım. Tabi bunu yapmaya çabalarken de Cemil Meriç’in  “En büyük düşmanımız önyargı, en büyük ihtiyacımız diyalog!” sözünü hem aklımızdan hem de günlük yaşamımızdan çıkarmadan halk olarak bu sürece destek olmalıyız. Bizi barışa emanet eden Hasan Cemal’le beraber her birimiz artık Barışı bir vatandaşlık görevi olarak kendimize emanet edebilmeli ve artık rahat bir şekilde barış bize emanet olsun diyebilmeliyiz…

COT - Ekim 2011

13 Ekim 2011 Perşembe

Umuda Tebessüm

                       

Kayıp Kentin Ruhu


Kayıp kentin ruhunda gezinirken, sarmaş dolaş yürüyordum hatıralarla.

Çocukluğumda saklı bir kent ve bana ait hatıralarla değişen sokaklar.

Bu kentle gülerdik, bu kentle ağlardık. Bizi taşırdı içinde tüm yükümüzle. Tüm yüküyle severdik onu.

Küfesinde kilolarca yük taşıyan bir hamal gibiydi  benim için.

İlk defa onda öğrendim aşık olmayı ve yine onda öğrendim ayrılığı.

Geceler olurdu, gökyüzünün daha yakın olduğu. Gece mavisini ilk defa tanıdığım geceler. Yüksek bir dolaptan şeker almak için çırpınıp duran çocuklar gibi olurdum böyle gecelerde.

Birazcık zıplayıp parmak uçlarımla yıldızlara dokunmak istiyordum. Büyüyüp yıldızları koltuğumun altına alacağım günleri hayal ederek geçiriyordum, yazlardan geleceğime hatıra bırakacağım böyle geceleri.

Çocukça bakışlarla görebildiğimiz kadarını görmeye çalışıyorduk. Gençlik hayallerine dalıyorduk hep beraber. Büyünce ne olacağımıza karar veriyorduk, beğenmeyip mesleklerimizi değiştiriyorduk.

Etrafımızda tedavi edecek hasta kalmayıncaya kadar doktor oluyorduk. Hastalarımızı öldürmemek için çırpınıp duruyorduk. Çocuk zihinlerimizdeki hastalıklar tükenince vazgeçiyorduk doktor olmaktan.

Mesleklerimizi değiştiriyorduk, hemşireleri bir anda işsiz bırakıyorduk. Ağaç gövdelerinin ve toprak tümseklerin çekiciliğine aldanıp Kovboy oluveriyorduk, toza çamura bulanıp annelerimizden dayak yeme  pahasına.Televizyonun bize öğrettiği gibi kızıl derili avına çıkıyorduk. Kırık dallarla birbirimize ateş ediyorduk, çalı parçalarını ağızlarımıza sigara yapıyorduk.

Birinin gerçekten ölmediğini anlayana kadar kovboyculuk tutkumuz şiddetle devam ediyordu.

Önceleri insanların ölmemesini isteyen doktorlarken, bir anda birbirlerini öldüren, kafatası yüzmeye özenen  barbarlar oluyorduk, işte çocukluk buydu.


Çocukluğun güzelliği de buradaydı. Bir anda her şey yada hiçbir şey olma lüksüne sahiptik. Hep büyük bir insan olabilmenin hayaliydi çocukluğumuz.

Futbol topunun peşinden delice koşardık, annelerimizi balkonlarda avaz avaz bağırtana kadar evlere girmemek için çırpınırdık.

Bir anda büyüdük, hepimiz yeni  hayatların birer parçası olduk.

Büyünce hep beraber uğradık hayal kırıklıklarına. Tek suçları  topraklarını istila edenlere karşı kendilerini savunmak olan Kızılderililere saldırmanın verdiği hazzın acısını hissettik yüreklerimizde.

Çoğumuz doğduğumuz ve büyüdüğümüz yerlerden koptuk. Koptuk ama bize verdiklerinden, duygulandıran ve heyecanlandıran yanlarından kopamadık.


Dokusunu taşıyoruz yüreklerimizde, ilik ilik yüreğimize işlenmiş motiflerle bir halı taşıyoruz içimizde bir yerlerde.

Çocukluğumuzun işlendiği, bizi heyecanlandıran ve hüzünlendiren bir halı.

Gençliğimize başladığımız yıllarda ilk aşkın, ilk ayrılığın, ilk yalnızlığın ve ilk mutluluğun motifleri içine, göz yaşlarımız ve kahkahalarımızla bir halı dokuyoruz yüreğimizde.

Özlüyoruz hepimiz, bunu çok şiddetli hissediyoruz. Bir araya geldiğimizde,kaybolan kentin ruhunda kalan ağlatasıya güldürücü hatıralarımızı birbirimize anlattığımızda, ardından mutlaka  özlem dolu  tebessümler beliriyor.


Çok uzağında da olsak kayıp şehrin, yada tam ortasında, biliyoruz ki çocukluğumuzu taşıyan hatıralar, özlediğimiz kentin ruhunda…

COT - 2005

GÖLE YAZILMIŞ BİR DESTAN


                                     
                              Kaç destan eskitirsin sen,
                              Nice milletlere şahitlik eden
                              Dalgalarında ne gemiler eskittin,
                              Çevrene yüzyıllardır ne balıklar yedirdin..
                              Bu destan sana,ama
                              Sen bin destana bedelsin
                              Nice şairlere,
                              Nice ressamlara ilham verensin..
                              Urartular gelmiş,
                              Yerleşmişler seni görebilecekleri
                              Her yere..
                              Sensin bir medeniyete ışık tutan,
                              Batmasına şahitlik eden
                              Sensin hasretlerine hasret katan..

                              Ne vakit sana baksam,
                              Gözlerim  mavi olur,
                              Düşlerim derya..
                              Martılar uçar üstünde,yüzyıllardır.
                              Nede güzel yakışır kıyılarında duran
                              Her ademoğlu yapısı,
                              Tanrının her yarattığı..

                              Dalgalarınla hiçbir okyanus yarışamaz
                              Kim ki yaşarsa seninle
                              Kimse sana göl diyemez
                              Seni bir kere izleyen
                              Bir daha izlemeden edemez....

                              Dağlardan bir başka görünürsün,
                              Dağlar ,senden  bir başka..
                              Erekten kanatlanan turnalar
                              Ne güzel uçarlar üstünde
                              Sıra sıra süzülerek maviliğinden,
                              Geçerek Süphanın derinliğinden,
                              Göz yaşlarıyla ayrılırlar.
                              Enginliğinden...
                             
                             







          
                              Sodalı suyun bir başka    
                              Yok tadı başka hiçbir suda
                              Yüzerken senin kollarında,
                              Erimek ne güzel baharında...
                              Çıkınca kollarından,beyaza bulanmak
                              Üstümdeki sen ile güneşte yanmak
                              Anlatamam apayrı bir fark,
                              Nasip olmaz herkese       
                              Tanımak seni böylesine..

                              Baharda ayrı güzelsin,
                              Güz de ayrı..
                              Doyum olmaz seni seyre
                              Bir gün batımında,sahilde..
                              Nasıl batar sende güneş çoşkuyla,
                              Kıpkızıl bir top nasılda
                              Yakar geçer,
                              Gözleri büyüler semalarında..
                              Renklerden bir demet düşürürsün dağlarına,
                              Ne zaman aklıma yaşadığım gelse,
                              Güneşi batırırım düşlerimde,seninle...

                              Mehtabın farklıdır dalga sesleriyle,
                              Yakamoz düştüğü gecelerde,
                              Kokun burnuma değdiğinde
                              Ruhum seninle dolar
                              Doyumsuz seyrettiğim saatlerde...

                              Bu destan sana,
                              Üzerinde yakılan krallara,
                              Eskittiğin uygarlıklara,
                              Sende yaşamış tüm balıklara,
                              Senden balık çalan tüm martılara,
                              Üzerinden uçan tüm turnalara,
                              Sende kulaç atmış tüm insanlara,
                              Üzerinden geçen bulutlara,
                              Yaşattığın canavara,
                              Sana taş atan aşıklara,
                              Bu destan sana...










                             
                              Sahillerinde nice aşıklar,
                              Elele dolaştı..
                              Tamara ağıtlarını,üzerinde haykırdı.
                              Çobanın kanı sularına karıştı,
                              Yüzyıllardır üstünden bu çığlıklar kalkmadı,
                              O günden beri sularından kaçmadı kızıllık..
                             
                              Semaverler tüttü eteklerinde,
                              Piknikler yapıldı cümbür cemaat
                              Yada tek tük kenarlarında..
                              Kaç çocuğu ağlattın,
                              Toplarını kaçırarak..
                              Nelere şahit oldun,bir konuşsan
                              Bana dedelerimi anlatsan,
                              Muhakkak gelmişlerdir yanına ,
                              Almışsındır kollarına,
                              Bir konuşsan bana geçmişi anlatsan,
                              Çobanın çığlıklarını duyursan...
                             
                             
                              Var mıdır senin gibi, tarihte
                              Üstünden ezan sesleri duyulan,
                              Kilise çanları çalınan..
                              Suyunda abdest alınan,
                              Sahillerinde namaz kılınan..
                              Çocuk kutsanan,
                              Başka bir göl var mıdır,
                              Kendine böyle destanlar yazdıran..

 
                               Sana göl dedik mi kızarsın,
                              Denizsin,ulu deryasın
                              Kızdın mı okyanus gibi kabarırsın,
                              Ah bir konuşsan da bana hatıralarımı anlatsan..















                              Üzerinde ne martılar uçtu,
                              Gölgelerini bırakarak.
                              Rüzgarlar sende başladı,
                              Okyanuslarda kavuştu.
                              Şimşekler çaktı üstüne    
                              Bana mısın demedin.
                              Dağların arasında,
                              Gözleri büyüledin,
                              Gönüllere işledin..
                             
                             
                              Denizlerden bu kadar uzak,
                              Denizimsin.
                              Üzerinde yüzen bir tren dolaşan,
                              Yükleyip koca vagonları üstüne,
                              Bir iskeleden diğerine koşuşan,
                              Van da başlayıp Tatvan da kavuşan
                              Seyrettiğimsin..
                             

                              Sana yetmez bu kadar,   
                              Senin her damlan bir destan..
                              Ben sensiz olamam,
                              Mavin siz dayanamam..
                              Semalarıma renk veren,
                              Ufuklarda güneşimle birleşen
                              Bu destan sanaydı,
                              Okyanus bakışlım,
                              Hakan duruşlum,
                              Bu destan sana........

                             
                              COT - 2004