Hasan Cemal bizi barışa emanet ede dursun, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde geldiği nokta her ne kadar hala kan akmaya devam etse de bugüne kadar gelmiş olduğu en ileri noktadır. Türk tarihindeki savaşların nihai hedefi olan “Ya istiklal, Ya Ölüm” ve “Bu yolda ölmek var, dönmek yok” gibi temel söylevlerin neticesi olan militer bir ‘Zafer’ hırsının önüne sivil bir ‘Barış’ arzusunun kuvvetlice geçebildiği tarihi bir dönemin içinde bulunmaktayız.
Neredeyse ülke demografisinin ortalama yaşı kadar bir iç çatışma geçmişinin olması, haliyle artık başta gençler olmak üzere neredeyse her vatandaş üzerinde ağır bir psikolojik yük oluşturdu. Bir taraftan büyüme rakamları açıklanıp rekor üstüne rekorlar kırılınca istikrar adına seviniyorken diğer bir taraftan da ülkenin güney doğusundan gelen ve geneline yayılma ihtimali olan silah ve bomba sesleriyle derin bir umutsuzluk içine girebiliyoruz.
Genel seçimlerde tüm oyların yarısını alan bir iktidar partisi ve devamında sırasıyla her biri birbirinin yarısı civarında oy alan CHP, MHP ve BDP gibi dört partili ve dengeli bir meclis dağılımının olması ise üzerinde tekrar tekrar durulması gereken bir konu. Oy oranları bakımından dört tane yarımdan müteşekkil bir meclisten, toplumun bu seferki talebi yarım ya da eksik değil tam anlamıyla belirgin bir halde.
Toplam oyların yarısını alan ve bunu tam olarak kafalarda netleşemeyen ‘Demokratik Açılım’ sürecine rağmen gerçekleştiren AK Partinin, milliyetçi ve muhafazakâr bölgelerden aldığı oyların yoğunluğuna bakınca ekonomik istikrarın sürmesine dair beklentinin yanı sıra, özellikle Kürt sorununun çözümüne dair ülkenin bu konuda en sert tepkiyi göstermesi beklenen bölgelerinden dahi ciddi anlamda bir güven oyu aldığını görebiliyoruz. PKK – MİT görüşmelerine kolektif reaksiyon gösterilmemesi de bu desteği ciddi biçimde kuvvetlendiren bir olgu.
Bağımsız blok olarak seçime giden yani dolayısıyla BDP’ye verilen oyların yoğun olduğu coğrafyaya bakınca Kürt sorununun en büyük mağduriyet mekanını da rahatlıkla harita üzerinde görebiliyoruz. BDP’nin yoğun oy aldığı güney doğu ve doğu seçim bölgelerindeki Kürt seçmen ise sorunun çözümünde, ülke genelinde AK Parti’de olduğu gibi BDP’ye de teritoryal sınırları aşan genel bir görev yükleyerek güven oyu vermiş ve barışı es geçmeme adına önemli mesajlar vermiştir. BDP ise meclisi protesto etmeye son verip yemin ederek, seçmen kitlesinin beklentileri ve talepleri için meclis çatısı altında siyaset yapma yolunu seçerek en doğru kararı almıştır.
CHP ve MHP’nin ise özellikle bundan sonraki sürece yaklaşımını Leyla Zana’nın milletvekili yemin metnindeki Türk Milleti ifadesi yerine “Türkiye Milleti” ifadesini kullanmasını derin bir krize dönüştürmeyerek üzerinde durmamalarını bundan sonrası için özellikle yeni Anayasa sürecinde ayakları yere daha sağlam basan, uzlaşılabilir bir meclis göreceğimize yorabiliriz.
Kendi kendimizi kırdığımız bu savaşın sonunda, ortak kabulün akan kanı arttıracak mutlak bir askeri zafer ve bu süreci baltalayacak zafer gösterileri değil de, barış olması gerektiğinin Türkiye toplumunun tamamının bilinçaltında da yer bulması kaçınılmaz. Barışa giden yolda psikolojik eylemlerin ve toplum mühendisliklerinin bir kenara bırakılarak, toplumun geniş kesimlerinin zaten yüksek sesle arzuladığı Barış olgusunun içinin doldurulması gerekiyor.
Barış talebinin bu kadar arttığı bir atmosferde, toplumsal barışın nitelikli bir hal alabilmesi ve topluma esenlik katabilmesi, bu süreçteki tüm siyasi aktörlerin en önemli ödevi olmalıdır. Barışa giden yolda atılan her vicdani ve akil adım tarihe geçmekle kalmayacak, kadirşinas Anadolu halkları tarafından da kutsanacaktır.
Tecrübeyi yediğimiz kazıkların toplamı olmaktan çıkarıp, Oscar Wilde’ın dediği gibi “İnsanların hatalarına verdiği isim” olarak kabul edip yola devam etmemiz lazım. Tabi bunu yapmaya çabalarken de Cemil Meriç’in “En büyük düşmanımız önyargı, en büyük ihtiyacımız diyalog!” sözünü hem aklımızdan hem de günlük yaşamımızdan çıkarmadan halk olarak bu sürece destek olmalıyız. Bizi barışa emanet eden Hasan Cemal’le beraber her birimiz artık Barışı bir vatandaşlık görevi olarak kendimize emanet edebilmeli ve artık rahat bir şekilde barış bize emanet olsun diyebilmeliyiz…
COT - Ekim 2011