Siyasetçilerin oluşturduğu yapay gündem maddelerinin gündemdeki yoğunluğundan gençlerin konularına gelmekte bir hayli zorlanıyoruz. Gençleri çoğunlukla gündeme taşıyan olguların başını işsizlik çekmesine karşın son dönemde Anayasa Mahkemesi Başkanı’na yapılan yumurtalı saldırı ardından, Başbakan’ın protesto edilmesi ve bir üniversite etkinliğinde iktidar ve ana muhalefet partilerinin etkili temsilcilerinin protestoyla karşılaşmasını düşünmeden geçmemek gerekli.
Milli Eğitim sisteminin zorlu parkurlarını birer yarış atı gibi kademe kademe atlayarak, yüksek tahsil seviyesine ulaşmış gençlerin bu tip reaksiyonlarının ardındaki ruh halinin yansımalarını klasikleşmiş bir empati vurgusuyla ve sırt okşama pratiğiyle geçiştirme alışkanlığına sahip olan siyaset kurumunun, gençliği bugüne kadar hiç olmadığı yoğunlukta ve ansızın umursamasının vakti gelmiştir.
Katılımcılığa dair 12 Eylül ve 12 Eylül’ü doğuran çatışmaların huzursuzluğunu yaşamış ailelerin çocuklarının ve torunlarının hala çoğunluk olduğu bir ülkede kemikleşmiş önyargıları yıkma sorumluluğunu üstlenecek mekanizmalara acil olarak ihtiyaç var. Özellikle taşra üniversitelerine kıyasla göreceli olarak ciddi bir özgürlük ortamına sahip ve kendilerini geliştirip daha rahat ifade edebilecekleri platformlara ulaşmada sıkıntı yaşamayan gençlerin yumurtalı ve sözlü protestolarını sadece ideolojik gerekçelerle ilişkilendirerek açıklama kolaycılığı da doğru bir yaklaşım değildir.
Gençlik cıvıl cıvıl bir duyguyu sembolize eder. Genç kitle içinde özellikle üniversite öğrencisi olanlar yeni düşüncelere ve farklılığa en açık olanlarıdır. Üniversite gençlerinin birçoğu devlet kapısında iş sahibi olmayı arzularken büyük çoğunluğunun sistemle herhangi bir çıkar ilişkisi olmamıştır. Bu nedenle bu kitle mezun olana kadar sistemi var olan şekliyle değil de kendi idealleri ve inançları doğrultusunda olması gereken şekliyle tasvir eder.
Bugün gelinen noktada hem iktidarın hem de muhalefetin üniversiteliler tarafından protesto ediliyor olması, dünyayı algılama çabasında olan gençlerin siyasetteki yokluğuna da değinmek adına önemli bir ortam sağlamaktadır. Milletvekili seçilme yaşının pratikte hala sembolik bir anlam ifade etmesine karşın 25’e düşürüldüğü gerçeğini göz önünde bulundurarak gençlik kollarının siyasetteki işlevsizliğini gözden kaçırmamak gerekli.
Gençlik kolları adı verilen siyasi parti yapılanmalarının gençlik politikalarının şekillenmesinde ve gençlerin siyasete katılmasında işlevsiz bir görüntü sergiliyor olması gençliğe verilen değerin önemli bir göstergesidir. Teknolojiyi iyi kullanabilen, yabancı bir dille en azından tanışık olan, gelişime açık, yaratıcı fikirlere sahip olan bu kitlenin “ daha dünkü çocuk” yaklaşımıyla siyaset kurumunun dışına itilmesi ve bireysel bazda sadece bir oy olarak değerlendirilmesini terketmenin zamanı geldi ve geçmekte.
Her birey veya kitle olaylar karşısında olgun bir davranış gösteremeyebilir. Taşra üniversitelerinde yapılan benzeri bir toplantıda bir öğrencinin tepkisini dile getirirken yutkunma zorluğu çektiğine, ellerinin titrediğine ve yanaklarının kızardığına şahit olursunuz. Eğer salondan büyük bir alkış gelirse desteklenir ve rahatlar, oflama sesleri ve fısıltılar yükselirse konuşmasını uzatmaması gerektiğini anlar.
Metropol üniversitelerindeki bu tip tepkilerin taşra üniversitelerine yansıması da kuvvetle muhtemeldir. Genel seçim zamanının da yaklaştığını ve seçim çalışmaları döneminde üniversitelerinde açık olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak siyasetçileri ve polisleri zor bir dönem bekliyor olabilir. Gençlerin tepkilerinin popüler bir sembolü olan yumurtayı, gençliğin temsilde adalet arayışının yeni bir formu olarak da değerlendirmeliyiz.
Öyle görünüyor ki bunun için yumurtalı gençler çocukluklarından gelen “Sepet Sepet Yumurta, Sakın Beni Unutma” tekerlemesini dayanak olarak ele alıp seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yumurtayla başlayan ve şemsiyenin devreye girmesiyle geçiştirilmeye çalışılan bu sürecin, taş-sopa ve karşıtı olan biber gazı-jop ikililerinin buluşma alanına dönüşmesine engel olmak gerekiyor.
Gençler bu ülkenin demografik çoğunluğu olarak kendileri gibi düşünen, giyinen, aynı müzikleri dinleyen, aynı dizileri izleyen, gerektiğinde takım elbise giyip gerektiğinde yırtık kot pantolon giyebilen çok sayıda kendi akranları tarafından cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin temsil edilmeyi hak ediyorlar. Siyaset kurumunun gerektiğinde isyan edebilen ve sisteme direnen gençleri içine dahil etmeme yanlışında diretmesi, yarının ebeveynleri ve yaşlıları olacak gençlerin kendilerinin ve kendilerinden sonraki nesillerin geleceklerini belirleyebilmeleri adına önemli bir fırsatın yitirilmesi olacaktır. Maalesef mevcut fotoğrafa baktığımızda Türk siyasetindeki temsilin demografik boyutu bir kuşak çatışmasını andırmakta ve demografik gruplar arasındaki paralel toplum sorununu derinleştirmektedir.
Can Ozan TUNCER
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder