11 Ekim 2011 Salı

Başım Gözüm Üstüne Ahtamar

Ah Tamar’dan, Ahtamar’a ve bugünkü adlandırılmasıyla Akdamar’a gelinene kadar geçilen yollardan 19 Eylül’e değin, öfkenin, nefretin ve soykırım demenin hâkim olduğu zıtlıklarla dolu bir duygu seli, Van Gölü’nün dalga seslerine karışan sabah ezanının ardından öğlen vaktine doğru Akdamar Adası’ndan yükselen çan seslerinin yaklaşık olarak bir asır sonra ilk defa böylesine ahenkle çınlamasıyla hepimize umut oldu.
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe dillerinin en acıklı ve en zalimce vurgularının bir arada yükseldiği 1915’ler tarihselliğinde yaşanmış olayların günümüze Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve diyaspora Ermenileri üzerinden taşınması bugüne kadar Ermenistan devletini dışarıda bıraktığı kadar, Türkiye vatandaşlarının ekseriyetini konu hakkında tek taraflı entelektüel bir atalet içine sürükledi.
Yeni bir dönüm noktasının eşiğindeyiz. Yapımı 900’lü yıllarda gerçekleşen şahane bir mimari eserin, 1950’lerde yıkılmak istenmesi ve bugün de  senede bir gün dahi olsa ibadete açılmasına izin verilmesi Türkiye’nin yıllar içinde geldiği noktayı görmek adına son derece önemli ve sevindiricidir. İnsanın inanç dünyasına ait değerlerle arasında bir bağ kurmakta zorlanması ve inancı doğrultusunda inancıyla özdeşleşmiş mabetlerde bulunamaması muhakkak ki  en ceberrut  insanı dahi  hüzünle doldurabilecek bir gerçekliktir.
100 yıl öncesinin Doğu Anadolu’suna baktığımızda, kavganın, karşılıklı katliamların, mecburi ve zorunlu göçün yaşandığı, Van Gölü’nün mavisinin kızıla çaldığı, insanın tüylerini ürperten, uykularını kaçıran büyük bir dramın izlerine o günleri yaşamış insanların bugün hayatta olan çocuk ve torunlarının bilinçaltında ve yüreklerinde rastlamamak imkânsız. Tarihin kaydettiği bu büyük kavganın çok acı kayıplara yol açmış olmasının verdiği karşılıklı kan davasını ve nefret tufanını sonlandırmak için Türkiye tarafı bu ayin törenine izin vererek önemli bir adım attı. Vanlılar da 100 yıl öncesinde komşuluk ve akrabalık ilişkilerinin olduğu Ermeni kardeşlerinin çocuk ve torunlarını devletin attığı adımın çok  ötesinde bir samimiyetle kucaklayarak evlerinde konuk etme, güler yüzle karşılama gibi son derece erdemli bir tutum göstererek doğuya has o meşhur “başım gözüm üstüne” deyişini somutlaştırarak tüm dünyaya önemli bir mesaj verdiler.
Bu ayin programıyla şekillenen kültürel etkinliklerden birinde Dışişleri Bakanlığı takdimiyle 100. Yıl Üniversitesi’nde Surp Haç Kilisesi’ni yaptıran Kral I. Gagik Arzruni’nin torunlarından Amerika’da yaşayan İstanbul’lu Şahan Arzruni  ile beraber, Sevil Ulucan ve Kevork Tavityan’la  verdikleri klasik müzik konserinde Vanlı bir Ermeni besteci olan ve soyadı Van merkeze çok yakın olan eski bir Ermeni köyünün adıyla benzer olan Vağarşag Srvansdyans’ın (Zırvandanıs) Siruhis (Sevgilim) ve Bıcingo (Canım Benim) adlı eserlerini dinlerken müziğin mutluluk yayan gölgesiyle savaşa ve kardeş kavgasına lanet etmekten alamıyor insan kendisini.
Van’da çok dilli yayın yapan bir gazetenin misafirleri evlerde konuk etme kampanyası ve Ermenice manşetle basılması, valiliğin gayretli çalışması, belediyenin Ermenice afiş ve broşürler, halkın ilgisi ve merakı bir araya gelince ortaya çıkan hoşgörü ve misafirperverlik sinerjisi gelecek adına hem Türkiye’ye hem de konunun diğer  muhataplarına yeni bir barış dili kullanma adına çok ince mesajlar vermektedir. Sadece ayinin icrası ve şekilselliğiyle ilgilenen herkesin  100 yıl önce yakılıp yıkılan harabeye dönmüş bir şehrin küllerinden,  bugün sesi cılız çıksa da kendi yerelliğinin sınırlarını aşmaya çalışan, coğrafyasıyla Asya, bölgeselliğiyle Anadolu kokan bir iç deniz yöresinden  önemli bir barış ve hoşgörü mesajı yükselmektedir. Van ve Vanlılar üzerine düşeni fazlasıyla yerine getirdi, şimdi sıra hepimizde...
Can Ozan Tuncer
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1020311&Date=12.10.2011&CategoryID=99

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder